TARİHE bakarsanız, "sosyal sigorta"yla "sosyalizm"i biraz atbaşı götürmek gerekir.
Eh, zaten her ikisi de aynı kelime kökeninden iniyorlar.
Tabii burada sosyalizmderken Lenin - Stalin - Mao cinnetini; háttá "burjuva merhameti" diye böyle şeylere burun kıvıran Marx’ı da kastetmiyorum. Ağzımdan yel alsın.
Başlangıç onların da öncesine, yani "ütopist" denilen "hayalci sosyalistler"e uzanır.
* * *
BU insancıl "hayalperestler" (!) ki, sanayii devriminin ilk modern proletaryasına reva görülen korkunç hayat şartlarını az biraz iyileştirebilmek için tá 19. Yüzyıldan itibaren, yarı sendika - yarı lonca ağırlıklı "dayanışma sandıkları"na ön ayak olmuşlardı.
Yani, "hey arkadaş, muhasebeci yevmiyeyi dağıtır dağıtmaz ve maden karanlığını unutmak için balıklama daldığın şu körolası meyhanede çocukların nafakasını son kuruşa kadar bayılmadan önce, hemen gel ve ortak kumbaraya iki metelik atıver!"
"Tamam, tabii ki damlaya damlaya göl olmaz. Taş çatlasa, bir maşrapa su olur."
"Ama yine de, yarın patron kışkışladığında; karın hastalandığında; annen öldüğünde; kaynatacak tirit, çağıracak hekim, yatıracak tabut için bir lokmacık ’kalbe kuvvet akçesi olur!"
* * *
İŞTE, kırk yaşında emekliliğin mümkün olduğu günümüz Türkiye’si dahil, "çağdaş toplumlar"da hayatın parçası ve refahın ölçüsü addedilen "sosyal sigorta" böyle doğdu.
Kapitalizmin, dolayısıyla ona "anti" bir sosyalizmin el yordamıyla oluştuğu İngiltere "trade union" sendikaları;Belçika ise "mutualité" sandıklarıyla buna coğrafi öncülük yaptı.
Yani, "insaniyetçilik" ve "dayanışmacılık" temelinde acil ihtiyaçlara cevap arandı.
"Devlet" ise çok uzun süre bu "sivil" girişime kulak asmadı. Ötesi, çomak soktu.
Ve giderek de, yukarıdaki türden "taban mekanizmaları" tüm Avrupa’ya yayıldı.
* * *
DAHA sonra çok büyük etkileri olacağı için burada hemen şu parantezi de ekleyeyim:
Aslında çıkış noktası sonsuz iyiniyetli bu mekanizmalar, gelecekte komünist ülkeleri kemirecek olanları da dahil, aynı zamanda bir "sosyal bürokrasi"nin de iskeletini yarattı.
Çok basitleştirirsem, fabrika çıkışı "arkadaş, şuraya iki metelik at" diye kumbarayı tutan amele giderek sırf bununla uğraşmaya ve birikmiş paranın dağıtımıyla ilgilenmeye başladığında, "işçi aristokrasisi"nin ve o "sosyal bürokrasi"nin de kökenleri yeşerdi.
Tedricen, tırnağı manükürlü sendika ağalarından, odası makamlı sigorta memurlarına; oradan da, iktidarı amansız "yönetici yoldaş"lardan otomobili "Cadillac" Maocu şeflere öyle bir "kaymak tabaka" oluştu ki, bunları genel "sigorta kültürü"nden soyutlayamayız.
* * *
OYSA, tarihsel içerikli bu "Avrupai tablo", dün vurguladığım yukarıdaki "sigorta kültürü" deyimi çerçevesinde onu Amerika’dan tamamen ayrıştırıyor.
Çünkü, "sınıf mücadelesi" gibi antika bir deyimi kullanmıyorum ama şu kesindir:
Çok değişik faktörlerden dolayı, kendi sanayi devrimi ve "proletarya refleksi" dahil, Yeni Dünya, Yaşlı Kıta’daki türden bir "ihtiyaç dayanışmacılığı" üzerinde yükselmedi.
Tabandan gelen ve "kötü günde paylaşmak" dürtüsü içeren bir kolektif insiyatif oluşmadı; tek tük oluşanları da ne tuttu, ne kök saldı.
İşte, "gemisini kurtaran, kaptan" zihniyetine eğilimli Amerikan insanı her şeyden önce "kişisel ruhiyat" açısından "Avrupa geleneği"ne yabancı olduğu içindir ki, farklı bir "sigorta kültürü"yle yaşıyor. Bunu da bir "evrensel doğru"ymuş gibi "satmaya" çalışıyor.
Peki, "kamusal ruhiyat"; yani "en baş"taki "sosyal devlet" açısından durum nedir?
Bunu, kırk yaşında emeklilik hakkı tanıyan Türkiye çerçevesinde yarın işleyeceğim.