Şu an elbise dolabımı açabilir, 24 yıllık trençkotu sırtıma geçirerek yine kokteyllere, yine yağmurlara, yine bozkırlara gidebilirim. Dört-beş defa iyi bir kuru temizlemeciden geçtiği için rengi hafiften hafife soldu. Ancak insaf eyleyin, dolu dolu kullanmış bir 24 seneden söz ediyorum.
Hani üzümünü ye, bağını sorma derler ya, işte bir ara elime o cinsten bir para geçti. Gökten zembille indi desem yeridir. Tabii ki servet mervet değildi ama, benim gibi ebedi ve ezeli bir züğürt için deyimin tam anlamıyla "ilaç gibi" geldi.
İlk iş, her "yiğidin harcı" olan borçlarımı sıfırladım. İçim ferahladı. Rahat uyudum.
Aman Allahım, banka şubesine yukarıdan bakan bir edáyla girebilmek ne dev mutlulukmuş!
Sonra, o zaman dört değil henüz iki tane olan çocuklarıma bol keseden ulûfe dağıttım.
Artı, kompresörünün hart hurt gürültüsüyle evi titreten külüstür buzdolabını değiştirdim.
Fakat yine de geriye bir miktar kaldı.
Ve, her zamanki gibi, banknotlar cebimi yakmaktadır. Belli, mutlaka harcayacağım.
Oysa, işte kazık kadar oldun be adam ve şu fáni dünyada tek dikili ağacın bulunmuyor.
Üstelik, bunun bir de hastalığı, felaketi, işsizliği, sakatlığı falan var...
Kara gün akçesi yerine bir tasarruf hesabı açtır da, belki damlaya damlaya göl olur.
Yook, dediğim gibi şeytan dürtüyor ve kalan papelleri deve yapacağım. Yaptım da!
Ne mi yaptım?
Kendime "Burberry" marka trençkot aldım efendim!
Evet evet, hani iki pazardır ballandıra ballandıra anlattığım ve asil bir İngilizliğin simgesi addedilen o efsanevi konfeksiyon markası var ya, işte o markanın "alamet-i farikası"nı taşıyan ve ürettiği bütün mamul içinde yine en efsanevisini oluşturan trençkotu edindim.
Yani, yine geçen hafta anlattığım gibi, "Kazablanka" filmi sahnesindeki Humphrey Bogart’tan,"Victoria" firkateyni güvertesindeki Winston Churcill’e, bütün "büyükler"in (!) giyindiği klasik modeli kastediyorum.
Başka bir deyişle, ilikleri kruvaze, omuzları apoletli, yakaları geniş, sırtı dublajlı, beli kemerli, astarı ekoseli ve rengi hákimtırak olanını aldım.
Böylelikle, şimdi bendeniz de o "büyükler"le aşık atacak biçimde kuşanmış oldum.
TRENÇKOT UĞRUNA BORCA GİRDİM
Kabul, sebil niyetine satılmıyor, cebimde kalmış olan tüm para anında suyunu çekti.
Hatta üstelik, yine borca girmek zorunda kaldım.
Ee, n’apim yani? Bir nebzecik çekinti duyduysam namerdim.
Geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri, ömr-ü hayatımda ben de bir defacığına "Burberry" mülkiyetine sahip olamaz ve hevesim kursağımda kalarak çukurun dibini boylarsam, o hayatta yaşamış olmanın ne anlamı kalır ki?
Asil marka gibi asil tezgáhtar beni koltuğumun altındaki paketle uğurladı ki, çok iyi hatırlıyorum, dükkándan kaldırıma çıkar çıkmaz kendime "sırtında paralansın" dedim.
Fakatparalanmadı ve zaten parmak hesabı yapıyorum da, söz konusu trençkotu alalı tam 24 yıl bitmiş.
Ve, şimdilerde daha seyrekse de, çok uzun süre onu her yerde ve her durumda giydim.
Bir kere önce, hevestir ve "büyükler" (!) arasına karışmış olmanın timsalidir, altına takım elbise ve frapan kravat giyinip gittiğim şık kokteyllerin, áşıkane randevuların, albenili lokantaların vestiyerine acaba çalınır mı endişesiyle bıraktım.
Sonra, káh boynuma atkı sarınıp sağanak yağmur altında şehirli vitrinlerin; káh da, fırtına rüzgár karşında kuzeyli denizlerin önünde yürüdüm.
Daha daha sonra, dört kat katlayarak attığım sırt çantamda Balkan savaşlarına, Lübnan dağlarına, Asya steplerine götürdüm.
Oysa, işte "Burberry"mhalen öyle duruyor.
Şu an elbise dolabımı açabilir ve kılıflı askısından çıkartacağım trençkotu sırtıma geçirerek yine kokteyllere, yine yağmurlara, yine bozkırlara gidebilirim.
DOLU DOLU 24 SENE GİYDİM
Kabul, tabii ki "yeni" gibi demiyorum.
Dört-beş defa iyi bir kuru temizlemeciden geçtiği için rengi hafiften hafife soldu.
Artı, pek çok nadiren dahi olsa, birkaç düğmesinin koptuğu oluyor.
Ancak insaf eyleyin, dolu dolu kullanmış bir 24 seneden söz ediyorum.
Bu kadar zamanda kız oğlan kızlar birer gudubet duduya dönüşürken, altı üstü branda bezinden ve astar kumaşından bir trençkot yıpranmışmış, lafı edilebilir mi?
Dolayısıyla, bırakın o zaman kıymış olduğum paraya acımayı, çeyrek yüzyıl sonra bile helál-i hak olsun dediğim gibi, şimdi İngiliz milletiyle birlikte ben de ağlıyorum.
Evet, zaten eğer üç pazardır bu konuya değindiysem, aslında İngiliz ulusunun derin acısını ve büyük isyanını paylaştığım içindir!
Çünkücüğüme, pahalı el emeğinden ötürü rekabeti sağlayamayan "Burberry" firması majesteleri ülkesindeki fabrikayı kapatıyor. Üretimi Çin’e kaydırıyor.
Dolayısıyla da, bütün bir Britanya ahalisi o İngilizliğe simge markanın sarı dünyaya "uçması"na kazan kaldırıyor. İmzalar topluyor, mitingler yapıyor, kampanyalar düzenliyor.
Bütün kalbimle onların yanındayım!
Ve de bizim "ulusalcılar"la birlikte "kahrolsun küreselleşme" diye haykırıyorum.
Karnı aç Çinli işçilerin de pirinç kásesi dolduracak olmasından bana ne efendim, "Burberry"min ebediyen "asil" (!) kalmasını istiyorum.
Hadi hadi "ulusalcılar", işte bu defa size iltimas geçtim, sırtınızda halis muhlis İngiliz trençkot paralansın!