Paylaş
Halep oradaysa arşiv buradadır, defalarca ve defalarca soruşturmasının yakın Türkiye tarihinde bir dönüm noktası, bir hayati viraj, bir kilometre taşı oluşturduğuna işaret ettim.
Sivil demokrasinin ve açık toplumun nihayet pekişmesi ve “zinde güçler”e (!) bel bağlayan zihniyetin de tırpanlanması açısından muazzam bir baraj aşıldığını vurguladım. Zaten tersini düşünmem de, söylemem de kendimi inkâr anlamına gelirdi.
Eh, Silivri’deki zanlıların genel anlamda temsil ettiği ideolojiye karşı en az otuz yıldır mücadele ediyorum, her halde iki gözü iki çeşme ağlayarak “ortada fol yok, yumurta yokken komplo düzenlendi” feryatlarıyla vaveyla kopartan koroya katılacak değildim.
Ancaak…
ANCAĞI şu ki, yine ilk andan itibaren “kurunun yanında yaş da yanar” mantığına prim vermedim. Soruşturmanın somut ve maddi temellere dayanması gerektiğini belirttim.
Artı, hem olayların dinamiğinde gelişen, hem de kasten pompalanan korku psikozunu aşmanın zorunlu olduğunu kaydederek, böylesine zehirli bir atmosferin bizzat “Ergenekon” duruşmasıyla hedeflenen açık ve sivil toplum anlayışıyla çeliştiğini ekledim.
Daha artı, her zanlının adli karar kesinleşene dek masum olduğu ilkesinden yola çıkarak “düşene vurmak” kolaycılığına itibar etmedim.
Örneğin, zihnimin köşesinde her türlü fesada karıştığına inansam dahi, Silivri sanıkları arasına dâhil edildiğinden beri “ulusalcı Maocular”ın şefi hakkında tek satır yazmıyorum.
Aynı şekilde, tutuklu iki gazetecinin profesyonel etikle bağdaşmayan tutum aldıkları açık olsa bile, gerek aynı masumiyet şerhinden, gerekse kamuoyu önünde savunma hakkına sahip olmamalarından ötürü bu mesleki tecavüze ilişkin olarak damla mürekkep akıtmadım.
Yani onları kasten dokunulmaz kıldım ki, tekrar Halep oradaysa arşiv buradadır. Ve tabii bütün bunların üzerine tuz biber eken çok esas ve çok vahim bir olgu daha var ki, hayati işlevine rağmen aynı “Ergenekon” davasını sonsuz olumsuz biçimde etkiliyor.
ZANLILARIN tutukluluktaki yıl ve aylarını kastediyorum! Suç işledikleri çok sarih olan sanıkların durumu hariç, hiçbir adli mekanizma, hiçbir hukuki anlayış ve bilhassa da hiçbir insani vicdan bu tür bir c-e-z-a-i infazı kabullenemez. Adı üzerinde, ancak zanlı olan şahısların böylesine uzun müddet hapiste kalması; yani böylesine hakkaniyetsiz ve merhametsiz bir uygulamanın sürmesi asla ve asla onaylanamaz. Artı, benim onların fikirleriyle tamamen çelişmem yukarıdaki gerçeği haykırmamı engelleyemez, çünkü aksi takdirde yine kendi benliğimi ve etik terbiyemi inkâr etmiş olurum.
BİLİYORUZ, yukarıdaki Silivri zanlılarından çoğu kamusal bir kimliğe sahiptir. Dolayısıyla da başta aynı adli mekanizma yine herkes biliyor ki, tutuksuz yargılama durumunda onlar hak ile yeksana karışmayacak ve duruşmalarda temsil edileceklerdir. O halde “katalog suç” gibi sonsuz elâstiki ve sonsuz izâfi bir kavrama dayandırılarak, bütün insanların en tartışmasız hakkı olan özgürlük böylesine keyfi biçimde gaspedilemez. Gaspedilirse, kılıfına uygun olsa dahi bu da diğer bir “katalog suç” kategorisine girer.
Cezai değil ama vicdani, ahlâki ve insani vebali ise “Ergenekon” suçları kadar ağırdır. Üstelik davanın önemi düşünülürse, Türk adalet sisteminin her daim böyle çalışıyor olması mazeret falan diye sunulamaz. En azından burada, acil bir palyatif tedavisi gereklidir.
İdeoloji ve fikirlerini reddetmeme rağmen bilhassa Silivri tutuklularına iyi bayramlar; artı, gelecek bayram onlarla kendilerinin de hür olacağı ortamda mücadele etmeyi diliyorum.
Paylaş