İŞTE, kah koltuğumuzdan sıçrayarak, kah küfür basarak hep beraber seyrediyoruz.
Yerli yabancı televizyon ekranlarında Irak harekatının dehşet imajlarından geçilmiyor.
Ancak, adı üstünde ‘‘objektif’’, dolayısıyla ilk bakışta kamera merceğindeki nesnelliği yansıttığı izlenimini veren bu manzaraların özde ne mesaj içerdiğini iyi incelemek gerekiyor.
Bu incelemeyi sonraya bırakıp, ona girizgah olsun diye bugün biraz kökene ineceğim.
* * *
MODERN zamanlarla birlikte, her savaşın bir de ‘‘savaş gazeteciliği’’ olmuştur.
Bunun esas miladını ise tam 20. yüzyıl başına denk getirebiliriz.
Çünkü, Güney Afrika'nın Felemenk kökenli köylüleriyle açgözlü İngiliz sömürgeciler arasında patlak veren 1901 ‘‘Boers’’ arbedesi, telgraf ağının yayılması sayesindedir ki, nispeten kısa bir süre içinde metropol ülkelere de aktarılabilmiştir.
Böylelikle, gazete manşetlerine dev puntolarla giren haberler tarihte ilk kez, artık hep cephe gerisinde de gerçekleşecek olan ‘‘psikolojik muharebeleri’’ devreye sokmuştur.
Nitekim, Britanya vahşetini okuyan Yaşlı Kıta ahalisinde öyle büyük tepki doğmuştur ki, pek çok Avrupalı gönüllü ‘‘Boers’’ saflarda dövüşmek için taa Kara Kıta sahrasına gitmiştir.
Belçika'dan transit geçmekte olan Londra tahtı veliahtına Brüksel tren istasyonunda genç bir anarşist tarafından başarısız suikast düzenlemesi de bunun uzantısıdır.
* * *
TERS kutupta ise, ‘‘Times’’ dahil İngiliz basını da ‘‘Batmayan Güneş İmparatorluğu küçük düşürülüyor’’ diye körükleme yapmış ve savaş yandaşı kamuoyu oluşturmuştur.
Bu arada bir şey ekleyeyim, yukarıda Güney Afrika haberlerinin telgraf sayesinde Avrupa'ya ‘‘çabuk’’ ulaştığını söyledim ya, tabii bunu çok izafileştirmek gerekiyor.
Özellikle arbedenin ilk döneminde, Mors alfesi ileten kablo Kıta sahilinden Madera Ada'sına kadar gittiğinden, o ‘‘çabukluk’’ (!) şimdiye göre kaplumbağa hızına tekabül eder...
Bugün, Necef çölünde ilerleyen tank lumbozundan milyon baytlık kamerayla infilak görüntüsü çekip, uydu aracılığıyla onu anında Sydney stüdyosuna yollayan savaş muhabiri...
Dün ise, el yazısı haberini önce iki haftalık istimbot yolculuğuyla Okyanus adasına gönderen; ardından da, subay izinli telgrafla onu Roma'ya ulaştıran 1901'in ajans muhabiri...
* * *
SONRA, bir tarafta Ahmet Rasim'in Galiçya cephesinden ‘‘Tasvir-i Efkar’’a yazdığı, diğer tarafta büyük Albert Londres'in her siperden ‘‘Le Temps’’a gönderdiği makalelerle, ‘‘Harb-i Umumi’’ savaş gazeteciliğin çıraklıktan kalfalığa geçtiği kanlı ve korkunç viraj oldu.
Robert Capa'nın 1936 İspanya İç Savaşı sırasında ‘‘Leica’’dan görüntülediği ‘‘ölen milis’’ enstantanesiyle de, fotoğraf o tür gazeteciliğin vazgeçilemez unsuruna dönüştü.
2. Savaş'la birlikte ise yazılı basına ek olarak artık radyo ve sinema da devreye girmiş olduğundan, ‘‘psikolojik muharebe’’de bugünkü safhasına yakın bir yere gelmişti.
Gamalı haç mikrofonda anıran 5. Kol sesi; kaymak kağıda basılan ‘‘Signal’’ dergisi; Rommel tanklarıyla süslü ‘‘aktüalite filmi’’, bu işi en iyi Goebbels ve şurekası becerdi.
Bırakın kendi kamuoyunu şartlandırmayı, tarafsız ülkelerde de büyük başarı kazandı.
Örneğin, Nazi yandaşlığının şampiyonu ‘‘Kemalist’’ (!) ‘‘Cumhuriyet’’ gazetesi yalnız 22 Haziran 1941'de ‘‘Hitler: Atatürk'ü Anlayan Tek Şef’’ manşetini atmakla ve müttefik dostu refiklerini ispiyonlamakla yetinmiyor, aynı zamanda da, Almancı ‘‘strateji uzmanlığı’’ yapsın diye sütun tahsis etttiği emekli Erkilet paşasını Berlin kurmayının davetiyle ‘‘Atlantik Duvarı’’na göndererek, ‘‘Reich'ın yenilmezliği’’ne dair sayfa sayfa övgü döşettiriyordu.
* * *
EVET, savaşın bizzat kendisi gibi, ‘‘savaş gazeteciliği’’ de masum değil. Olamaz da.
Irak imajlarından yola çıkarak bunu gelecek yazılarımdan birinde ele alacağım.