"BON pour l’Orient" imlásıyla yazılan ve "bon pur loryan" diye okunan Fransızca deyim "Doğu’da geçerlilik taşır" anlamına gelir.
Bu, vakt-i zamanının güzel Türkçesine de "Şark’ta muteber" diye tercüme edilmiştir.
Evet, çeviri nispeten eskiye uzanır, çünkü söz konusu terim 19. Yüzyıl kökenlidir.
* * *
ŞÖYLE ki, sömürgeciliğe kılıf uydurmak için kendisine "vahşileri ehlileştirmek" misyonu vehmeden "beyaz adam", kolonyalizmin altın çağına tekabül eden o 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren Fransa’da iki tür diploma dağıtmaya başlamıştı.
İster metropoldeki, ister müstemlekelerdeki okullarda olsun bunlardan ilkini, sınavlarda başarı kazanmış her öğrenciye verilen normal şehadatnáme oluşturuyordu.
Diğerine gelince!
* * *
HEPTEN çuvallamış olanlara değilse bile, eh işte ite kaka ve ikmal iltimas, vasatın dahi en asgárisini yakalayabilenlerin eline ise başka bir diploma tutuşturuluyordu.
Üzerine de kapı gibi bir "Şark’ta muteber" damgası vuruluyordu.
Bu belge Fransa’da ve onun belli başlı kurumlarında kıymet-i harbiye taşımayacaktır.
Fakat, denizaşırı sömürgelerde her hangi bir baltaya taş olmanın kapısını açar.
Örneğin, Paris’in Saint Lazare Garı’na makasçı yamağı olarak bile almazlar ama, Hind-i Çin Şimendifer Kumpanyası’nda derhal istasyon şefliğine tayin edilebilirsiniz.
Yahut ne bileyim ben, kıytırık bir taşra kasabasında kadastro memuru dahi olamasınız da, Garbi Fransız Afrikası’nda çabucak kaymakam yardımcılığına terfi edebilirsiniz.
Ve tabii ki şunu ekleyeyim, yukarıdaki diplomalar esas olarak, Arap, Mağribi, zenci, sarı, sömürgelerden gelmiş olan ve "kadro" diye yetiştirilen "yerlilere" revá görülüyordu.
* * *
SONRA devrán değişti ve bu "bon pur loryan" deyimi evrensel lûgate girdi.
"Medenileştirmeye" (!) kalkıştığı "öteki"ni (!) sonsuz küçümsediği ve kendisinin yetinmediği bir düzeyi başkasına láyık görerek o "öteki"ni sonsuz aşağıladığı için, terim "çifte standart"ın en yüz karartıcı ifadesi olarak dünya sathında yerleşiklik kazandı.
Bugün kime ve neye "Şark’ta muteber" derseniz, mecázi anlamda, söz konusu kişi veya nesnenin ancak aşağı seviyeyle kifáyet edeceğini kastetmiş olursunuz.
Ayrıca da, zaten daha fazlasına ulaşmak kapasitesinin bulunmadığını çağrıştırırsınız.
Türkçe’de belki buna en yaklaşan deyimi "körler diyarında şaşı sultan" sözü oluşturur ki, her halükárda da "Şark’ta muteber" dediğiniz an, dudak bükmüş sayılırsınız..
Fakat, çok daha korkuncu, çok daha fecaati, çok daha hazini var!
* * *
O da şu ki, ilk sözcüğü yine mecázi olarak kullanıyorum, bir de Şark kendi içinden ve kendi bağrından "Şark’ta muteberler" üretiyor ki, işte en dehşetini de onlar oluşturuyor.
Nitekim baksanıza, başta AB, bütün Batı ülke ve kurumları askerlerin dayatmış olduğu "web muhtırası"yla uzlaşmayıp "hayır, biz Türkiye’de de sivil ve evrensel demokrasiden yanayız" dedi ya, feryád figán, yine bin dereden su getiriyor ve yine nakarat tekrarlıyorlar.
Yok bizim şartlarımız "özel"miş de; yok "anlayış"la karşılamak gerekirmiş de; yok TSK’nın "farklılığı" varmış da, yarı utangaç, yarı bezirgán, yarı fodul, atıp tutuyorlar.
Breh breh breh, kendi kendini küçültmenin ve aşağılamanın bu kadarına da pes!
Onlar aslında tabii ki, "fazlası ne mize lázım, ’Şark’ta muteber’i bize yeter" diyorlar.
Batı’nın Türkiye’ye de evrensel diploma láyık görmesinden asla hoşlanmıyorlar.
Eski tür "çifte standart" talep ediyor ve "şaşı sultanlığa" fit olunmasını istiyorlar.
Allah Şark’ı bilhassa ve bilhassa kendi "Şark’ta muteber"lerinden korusun ki, amin!