Samimi tavlamacılık

MALÛM, burnundan kıl aldırmayan Sarkozy’nin anti-Ankara inadından dolayı Gül ’ün ziyareti iptal edildi, edilecek spekülasyonları gırla gitmişti ama, Cumhurbaşkanı yine de Fransa’da sürmekte olan “Türk Mevsimi”ne katılmak için Çarşamba günü Paris’e uçtu.

Haberin Devamı

Dün de, o dillere destan “Grand Palais”deki “Bizans’tan İstanbul’a: iki kıtaya tek liman” adlı serginin açılışını yaptı. Sonra geleceğim, gayet de isabetli davranmış oldu.

Yine dün ben de, aynı Fransa medyası hem söz konusu “Mevsim”, hem resmi ziyaret, hem de genel olarak ikili ilişkiler konusunda neler söylüyor diye internete baktım.

Ve itiraf edeyim ki, artık bir elin parmaklarını geçmeyen Bolşevik salçalı gazetelerden hiç hoşlanmasam dahi, en doğru manşeti Komünist Partisi’nin organı “Humanité” atmıştı: “Fransa–Türkiye: samimi uyuşmazlık”. Buna “aleni anlaşmazlık” da diyebiliriz.


* * *

 

ÖYLE, çünkü hiç şüphesiz ki, Ankara’nın AB üyeliğine taş koymakta başı çeken bir Nicolas Sarkozy yönetimiyle o Ankara’nın aynı telden çalması mümkün değildir. Olamaz da.

Haberin Devamı


Nitekim, muhterem ve muhteşem Sarkozy Türk muadiliyle birlikte boy göstermekten korktuğu için yukarıdaki serginin protokoller bölümünü mümkün mertebe savsakladı.


Gül
’ün temasları sırasında ise hemen her türlü “sudan” (!) konu gündeme geldi ama esas can alıcı noktaya, yani Avrupa Birliği’yle bütünleşmek perspektifine hiç değinilmedi.


Daha doğrusu, çelişki göz çıkarttığı için, “taraflar diyalog ve şeffaflığa inanırlar” gibisinden bir ifadeyle yetinildi. Eh, dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!


Ancak yine de bu “durum tespiti”ni manşetteki gibi, uyuşmazlığın “samimi” itirafı olarak değerlendirmek gerekiyor ki, tabii böyle bir “samimiyet” neye yarar, o başka mesele!

 

* * *


ANCAK
, velev ki Paris, Chirac döneminde söz verildiği için reddedemediği “Türk Mevsimi”ne zoraki kapı açsın; velev ki aynı etkinlikler çerçevesinde Eiffel kulesinin kırmızı–beyaz renklerle aydınlatılması aşırı sağcıların boy hedefine dönüşsün; velev ki Sarkozy hazretleri Bizans–İstanbul” sergisini savsaklasın, bütün bunlar ne Cumhurbaşkanı’nın Fransa’ya gitmiş, ne de söz konusu sergiyi açmış olmasını eleştiri konusu kılabilir.

Haberin Devamı


Öyle, çünkü kimse bizi kara kaşımız ve kara gözümüz için âlâ ve vâlâyla Brüksel’e buyur edecek değil! Zaten de etmesini beklemek saftiriklik olur.


Dolayısıyla, AB hedefimizi sürdürürken tabii ki genel olarak Avrupa’da, özel olarak da Fransa’da cereyana göğüs geriyoruz. Zaten de mutlaka germekle yükümlüyüz. Mecburuz.

Başka bir deyişle, resmi hükümetlerin ötesinde, hatta belki onlardan da çok daha fazla ölçüde, ülke kamuoylarının gönlünü fethetmek, en azından onları ikna etmek zorundayız.

Malûm, buna kâh “piarcılık”, kâh “lobicilik”, kâh da “tavlamacılık” da deniliyor.


* * *

İŞTE, bu “tavlamayı” (!) gerçekleştirebilmenin başlıca yöntemlerinden birisini, duruma, ihtiyaca ve imkâna göre, bazen “Türk Mevsimi”, bazen de “Türk lokumu” (!) gibisinden kültürel ve duygusal faaliyetleri peş peşe düzenlemek insiyatifi oluşturuyor.

Haberin Devamı

Nitekim bunların dinamiği sayesindedir ki, tüm karşı eğilimlere rağmen son sondajlar aynı Fransa’da Ankara üyeliğini reddedenlerin oran itibariyle azaldığını haber veriyor.


Yahut uluslararası nitelikteki başka bir Fransız dergisi, yarışmayı kazanacak okurlarına ödül olarak, Orhan Pamuk’un konuşacağı salonda bilet bulmak imkânını sunuyor.


Veya aynı faaliyetler burnu büyük Paris bit “intelligentsia”nı Türkiye’deki sanat konusunda silkelediği içindir ki, “baba” medya İstanbul Bienali’ne özel muhabirler yolluyor.


Ve bütün bunlar gökten zembille değil, “samimi tavlamacılık”ta sebatla ısrar ederek cereyana göğüs germek kararlılığı sayesinde iniyor. 

Yazarın Tüm Yazıları