TEZKERE çıktı ya, Ankara’dan ziyade diğer iki başkentin etekleri sevinçten uçuyor.
Biri Arabi yálelli, ötekisi de Acemaşirán beste tegánni ederek, haniyse zil takacaklar.
Tabii ki Şam’ı ve Tahran’ı kastediyorum!
Birincisinin riyakárlığı kör kör parmağım gözüne sırıttığından, ilkin ondan başlayalım.
* * *
FARKETMİŞSİNİZDİR,üç gündür ála ve váláyla ağırlayarak bir kuş sütü ikrám etmediğimiz Suriye Devlet Başkanı BeşarEdad’ın ağzından bal aktı.
Yani, o Suriye halkını hiç aralıksız tam otuzyedi yıldan beri dehşet bir diktatorya altında inim inin inleten "Esád Hanedanı"nın son küçükbeyi enfes kelámlar buyurdu.
Hoşumuza gidecek; gururumuzu okşayacak, sırtımızı sıvazlayacak hangi láf varsa, lebbedek, hazret onların binini bir paraya makina gibi sıralıyıverdi.
Ne Türkiye’nin "bölünmez bütünlüğü"; ne PKK’nın "kalleş teröristliği"; ne de Irak’ın "toprak yekpáreliği" kaldı ki, şeytan, tut şunun alnına kocca bir bûse kondur diyor.
Allaallah, Allaallah!
* * *
ÖYLE, zira insaf, o PKK elebaşısı daha düne kadar Şam’da ikámet etmiyor muydu?
Adresindeki zilin üstünde ismi bile yazarken ve de adamları tamamen Suriye denetimindeki Lübnan Bekaa’sında at oynatırken; artı, aynı örgütün militanları bir kevgir gibi kullandıkları Suriye sınırı üzerinden ülkemiz topraklarına melánet saçarken, aynı Suriye aynı PKK’nın tek hámisi ve tek "ağbisi" sayılmıyor muydu? Bunu cümle álem bilmiyor muydu?
Daha artı, "muhaberat" hafiyeleri duymadan bir sivrisineğin dahi vızıldayamayacağı Suriye’de hükümet Ankara’nın her uyarısına, "ne münasebet efendim, bende böyle birileri yok, başka kapıya" diye cevap vererek, havaya bakıp ıslık çalmıyor muydu?
Ancak neden sonra ve de canına tak diyen Türkiye "tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" düstûru gereği nihai ültimatomu dayatınca, artık yelkenleri metazori mayna etmek zorunda kalan Esád oligarisi Apo’yu ve ávenesini sepetlemek acizliğine düşmedi mi?
Ve şimdi şu "desteksiz" desteğe bir bakın ki, pederinin mirasını devralan ve sürdüren mahdûm bey aniden irşada eriyor ve, "aman yiğidim, hadi gözünü seveyim şu Irak’ı bir pataklayıver" diye Ankara "tezkere"sine arka çıkarak, dün kara dediğine bugün ak diyor.
* * *
ÖTE yandan, emperyal gelenekten süzüldüğü için tabii ki Şam kadar "desteksiz" atmıyor ve "sinyal"i káh Ankara ricáline fısıldayarak, káh da diplomatik koridorlara üfleyerek veriyor ama, TBMM’deki "tezkere"ye en çok sevinen ikinci başkent de Tahran’dır.
Ve, atom sevdası yüzünden kritik durumda olan İran’ın yaklaşımı son derece klasiktir.
Yani "düşmanımın düşmanı, dostumdur" ilkesine eksenlidir ve o düşman ABD’dir.
Çünkü, TSK’nın Irak müdahelesi bir yandan Beyaz Saray’ı zora sokacağından; diğer yandan da Türkiye’ye stratejik kart kaybettireceğinden, derdi başından aşacak Washington belirli bir süre için İran’ı "topun ağzından" çekmek zorunda kalacaktır. Geri plana alacaktır.
Dolayısıyla, ortalığın "kızışması" sayesinde bir taşla iki kuş vuracak olan Tahran hem nükleer programda zaman kazamış, hem de karşı kamptaki gedikten yararlanmış olacaktır.
* * *
ZATEN aslına bakarsanız, Lübnan’daki suikastlerin faili olduğu için tüm uluslararası camia tarafından tecrit edilen ve kendine yegáne müttefik olarak Tahran’ı bulabilen Şam’ın şimdi aniden "Türkiye destekçisi" (!) kesilmesi de aynı hesaplar üzerine oturuyor.
Ve, iki başkent bunu gayet eşgüdümlü bir politikanın "eksen"i olarak uyguluyorlar.
Ne diyeyim, Allah ülkemizi İran-Suriye eksenli "tezkere"lerden korusun ki, amin!