Paylaş
ORTADOĞU kaosunu irdelediğim geçen perşembe günkü yazımı, ‘İsrail artık Şaron’la ‘şalom’ arasında tercih yapmak zorundadır' cümlesiyle bitirmiştim.
Lanetli ilk isimle, Haram-ı Şerif'i ‘ziyaret’ (!) bahanesiyle son arbedeyi provoke eden ve ultra sağcı Likud partisinin liderlik mevkiinde bulunan emekli general Ariel Şaron'u, nam-ı diğer ‘Beyrut Kasabı’nı kastetmiştim.
‘Şalom’la vurguladığım şey ise, semitik dil akrabası Arapça'da da ‘selam’ı üretmiş olan ve İbranice'de ‘barış’ anlamına gelen o çok evrensel kelimeydi.
* * *
HEYHAT, makaleden bir hafta sonra, İsrail'in tercihinin birincisine, yani ‘savaş iblisi’ne doğru meylettiğini saptamak durumundayız.
Tamam, büyük ihtimalle tebdil-i kıyafet giyinmiş gizli ‘infaz komandoları’na dahil olsalar bile yine de Davudi yıldızlı üç askerin galeyan halindeki kitleler tarafından Ramallah'ta linç edilmesi insanen ve ahlaken onaylanamaz!
Ancak hem iş o raddeye varana dek Yahudi Devleti'nin bıçak kemiğe dayanmış Filistinlilere reva gördüğü hunhar baskı; hem de misilleme olarak önceki gün gerçekleştirdiği ölçüsüz bombardıman, tekrar heyhat, bu devletin ‘şalom’la taban tabana zıt bir seçim yapmakta olduğunu ayan beyan gözler önüne seriyor.
Üstelik, madem insanen ve ahlaken diyoruz, o zaman sormak gerekir:
Aynı Filistinlilerin kendi öz yurtlarında ve Dayton anlaşmasından yedi yıl sonra, hala, eski Güney Afrika'nın zencileri ‘park ettiği’ (!) türden ve Batı Şeria'nın toplam sathının yalnız yüzde beşiyle sınırlı kalan esaret ‘bantustan’larında yaşıyor olması ‘ahlaken’ ne derece benimsenebilir ?
İki haftadır kurşunlarla ölen yüzlerce Araba ek olarak, küçük Muhammed'in Gazze'de kameralar önünde katledilişi ‘insanen’ ne kadar yenip yutulabilir?
Hayır, İsrail şimdiki tutumuyla ‘şalom’a değil Şaron'a doğru gitmektedir!
* * *
ZATEN Başbakan Ehud Barak'ın önceki akşam, içinde Ariel Şaron'un da yer alacağı genel bir ‘milli aciliyet hükümeti’ kuracağını duyurması, yukarıdaki tehlikeli gidişatı bu defa isim hanesinde de doğruladı.
Düşünün ki, olayların baş sorumlusu durumundaki tescilli bir provokatör iktidara ortak olacak ve o iktidar olayları yatıştırarak, ‘şalom’dan ‘selam’; ‘selam’dan ‘selamet’, bölgeye sulh-u selamet getirecek. El insaf!
Böyle bir kabine, Musevi devlette büyük şamata yapan ‘şahin’leri kendi iç bünyesine alacağından, muhtemelen, zor durumdaki Barak'ı kısmen rahatlatır.
Fakat, ‘Beyrut Kasabı’na koltuk takdim eden bir yönetim ne zaten artık hızla uzaklaşmakta olan barışı yakalayabilir; ne de, belki kısmen ve kerhen ABD hariç, şu an duyduğu büyük ihtiyaca rağmen dış destek sağlayabilir.
Dolayısıyla, baş provokatör Şaron'u kapsayan bir ‘milli aciliyet hükümeti’nin Batı Kudüs'te kurulması, okun tamamen yaydan çıkması anlamına gelecektir.
Karşı cephede ise Yaser Arafat'ın ‘seferberlik’ ilan ettiği ve hapisteki Hamas militanlarının serbest bırakılması emrini verdiği göz önüne alınırsa, şimdi okun yaydan çıkmak aşamasının dahi aşıldığını ve magnum kalibreli müthiş bir merminin namludan fırlamak raddesine ulaşıldığını söylemek yanlış olmaz.
Bunlara bir de, zirveye vuran petrol fiyatlarını ve zırvayı yine İsrail siyasetine aleyhtarlıkla o iğrenç Yahudi düşmanlığını karıştırmaya vardıran anti semit saldırıları eklemek gerekmektedir ki, Ortadoğu yangını belki son yirmi yıldır ilk kez dünyayı böylesine yakından yalayan alevler saçmaktadır.
Ve, şimdi dehşet bir hızla uzaklaşmakta olan ‘şalom’u; yani ‘selam’ı; yani ‘selamet’i yakalayabilmek için tek çare, İsrail'in hem mecazi, hem de gerçek anlamında, şu an çok yakınlaşmış olan Şaron'dan aynı hızla kaçmasındadır!
Paylaş