Ruhi ve Kürdi

TRAVMA boyutu kazanmış ruhi dengesizlikler helezoni bir süreç izlemez.

Yani, hasta belirli dönem artık tamamen 'normalleştiği' (!) sanısı verebilir.

Ama, 'stimülüs' tabir edilen cinsten bir dürtü onu tekrardan en dibe çeker.

Örneğin, psikiyatri lugatinde 'dismorfofobi' denilen kompleksi yaşayan ve çok hoş çehresine rağmen o çehreyi aynada hilkat garibesi olarak gören; dolayısıyla da insanlardan kaçan şahıs, bir müddet için 'iyileştiği' izlenimini uyandırabilir.

Erkekse aynı ayna karşısında traş olmaya; kadınsa, makyaj yapmaya başlar.

Ancak, sirk podyumunda tesadüfen seyredilen bir fil ya da sokakta yine tesadüfen rastlanan çıbanlı bir yüz aniden, 'stimülüs' nüksedici etkisi yapar.

'Dismorfobik' kişi kendisini yeniden hortumlu bir burunla veya cüzzamlı bir suratla özdeşleştirerek, cehennemi azaplarda kıvranmaya döner.

* * *

ÇOK vahim ve çok ciddi kompleksler yansıtan böylesine travmaları nispeten çözebilmek için ise mutlaka ve mutlaka, onların bilinçaltı kökenlerine inmek gerekir.

Psikanalitik yöntemlerle süjeyi 'sarsmak' kesinkes şarttır.

Bu 'sarsıntı'nın amacı da, bizzat süjenin kendisinin o travmatik kökeni yine bizzat kendi benliğinde 'öldürmesine' ruhi ve özgür zemin yaratabilmektedir.

Tek çare budur ve 'Prozac' ilaç ancak hekim dilinde 'palliyatif' denilen türden geçici çareler oluşturur ki, depreşme kaçınılmazdır.

* * *

İŞTE, Türkiye toplumunda da hanidir hüküm süren ve kasten kamçılanan 'Sevr kompleksi' yukarıdaki bireysel travmaların kollektif bir şekline tekabül ediyor.

Diyelim ki, tıpkı ayna yanılsamasından muzdarip 'dismorfobik' bir hasta gibi, biz de bir müddet için 'normalleştiğimiz' ve 'iyileştiğimiz' izlenimini veriyoruz.

Fakat 'stimülüs' bir uyarıcı devreye girdiği anda, haydaa, 'delirium'umuz tekrar nüksediyor. Müsekkin falan da fayda etmiyor. Ufukta Bakırköy beliriyor.

Tabii, derin bilinçaltımızda yerleşiklik kazanmış bu 'Sevr kompleksi'mizi depreştiren dürtü sirkteki filin hortumu veya sokaktaki adamın Antep çıbanı değil!

Daima ve daima 'bölünür müyüz' ödlekliğinde ve güvensizliğinde hayat bulan bizim travmanın 'uyarıcısı'nı, 'Kürt devleti kurulursa' şüphesi oluşturuyor.

Daha doğrusu, ilkin Körfez Savaşı'nda; şimdi de Bush'un 'Bağdat fütühatı'nda yaşadığımız gibi, bu şüpheyi güçlendiren uluslararası konjonktürler oluşturuyor.

Kendisini ayna karşısında cüzzamlı yüzle gören bir 'dismorfobik' hasta gibi biz de derhal pimpirikleniyor, derhal panikliyor, derhal kapanma refleksi geliştiriyoruz.

Belki bir de, 'Prozac' komprimelerindeki moleküllerinin 'cesaret' şırıngalamasıyla, 'keseriz ha, biçeriz ha, yakarız ha' türünden meydan okuyoruz..

Ama kendimizi, yani 'Sevr kompleksi'mizin derin bilinçaltında yatan travmatik kökenleri okuyamıyoruz.

* * *

EL insaf, artık okuyalım. Kendimiz okuyamıyorsak, psikanaliste okutalım.

Zira, şimdi güçlü ve prestijli bir ulus devletin yurttaşlarına dönüşmüş olmamıza rağmen hálá ve hálá, eski imparatorluğu 84 yıl önce noktalamış ve fiiliyata geçmemiş bir kağıt parçasının 'dehşeti'yle titriyorsak, ciddi ruhi bunalım yaşıyoruz demektir.

Vahameti kavrayalım ve ne halt edip edip travmayı 'öl-dü-re-lim'!

Biz Kürt devletinin kurulacağından falan değil, yalnız ve yalnız, kendi kendimizde yaşattığımız Kürt devletinin 'kurulabileceği korkusundan' (!) korkalım.

Bu takdirde tamamen iyileştik demektir ve kompleksimiz bir daha nüksetmez!
Yazarın Tüm Yazıları