Referandum nefesi

VATİKAN’daki medyatik tantanaya hiç aldırmıyorum, çünkü Fransa’nın 29 Mayıs’ta gerçekleştireceği AB Anayasası referendumu her açıdan, Alman piskopos Jozeph Ratzinger’in ‘16’ncı Benedikt’ adı altında papa cübbesi giymesinden çok daha fazla önem taşıyor.

‘Dünyevi işler’ hayatın akışını ‘imani işler’le kıyaslanmayacak oranda belirleyecek.

Dolayısıyla, Bavyera kökenli monsenyör hazretleri pazartesi akşamı Katolik tahta oturarak artık ‘eminanzia’ sıfatını kazandı diye istifimi ve programımı değişterecek değilim.

Yani, Fransız referandumu konusunda dün başladığım yazıyı bugün de sürdürüyorum.

* * *

TÁ Ahmet Akçuralı’nın ‘Üç Tarz-ı Siyaset’ makalesinden beri ‘Jakoben’ Fransız modelini örnek alıp işi paytak ördek- kabaramaz hindi kuluçkasından ‘ulusalcı’ (!) hilkat garibeleri çıkartmaya vardırdık ya, tabii ki o ‘Jakobenliğin’ vatanı da bizden geri kalmıyor.

Ancak, ‘milletçi’ - ‘milliyetçi’; ‘ulusçu’ - ‘ulusalcı’ kelimeleri hanidir ve hanidir Avrupa’da alerji yarattığı’ için, özünde bizim şarlatanlarla aynı mavalı okuyor olsalar dahi, bunların altıgen ülkedeki ‘hemşehriler’i (!) kendilerini ‘egemenci’ diye tanımlıyorlar.

Ve kumaşı, dokuması, ipliği aynı ya, Fransa ‘egemenciler’i de bizim ‘ulusalcılar’ gibi, alacası bulacası en faşist sağdan en komünist sola uzanan yamalı bohça entariyi giyiyor.

Bunları birleştiren ortak payda ise küreselleşmeye külliyen red; Avrupa’ya derin karşıtlık; ABD’ye müzmin düşmanlık ve komplolara yönelik iman temeli üzerinde yükseliyor.

Ayriyeten, referandum için ‘hayır’ vaaz eden ve esas itibariyle ‘solumtırak’ (!) nitelik taşıyan diğer bir kesim daha var ki, bunlar kendilerini ‘Avrupacı’ diye tanımlıyor.

Onların muhalefeti, ‘halktan koptuğunu’ öne sürdükleri Brüksel mekanizmasının AB’yi ‘liberal eksen’e çektiği; dolayısıyla da, 2. Savaş’tan beri Kıta’ya damga vurmuş olan ‘inayetli devlet’ten uzaklaşarak, ‘toplumsal boyutu’ tırpanladığı tezinden kaynaklanıyor.

‘Utangaç’ sloganlarını da ‘Anayasaya hayır; sosyal AB’ye evet’ cümlesi oluşturuyor.

* * *

‘UTANGAÇ’ dedim, zira her ne kadar eleştirilerinde kısmi haklılık payı olsa bile, teoride ‘Avrupacı’, pratikte ‘hayırcı’ olan bu mösyöler ve bu madamlar ‘alttan alıyorlar.’

Çünkü, böyle bir ‘ikircikli yaklaşım’ın önce, ‘egemenci’lerin Fransız kamuoyunda körüklediği ‘ötekine husumet’ duygusuna hizmet ettiğini domuz gibi biliyorlar.

Her yerde ve her zaman geçerli halk dalkavukçusu demagojiye başvurarak, işsizlik oranındaki artışı, sosyal güvencedeki azalmayı, diplomatik etkinlikteki gerilemeyi AB’ye ve küreselleşmeye ‘fatura eden’ aynı ‘egemenciler’, sırf Paris’teki küçük politikacı hesapları uğruna gökten zembille düşen ‘yeni müttefikler’ sayesinde konum güçlendiriyorlar.

Ama umurlarında bile değil ve ‘hayır’ çıktığı takdirde, başka bir demagojiyle belki erken seçim falan, Cumhurbaşkanı’nın da, hükümetin de koltuğuna oturmayı tasarlıyorlar.

* * *

FAKAT, çok çok daha vahimi, hem ‘Avrupacı’, hem ‘hayırcı’ olan bu ‘solumtırak’ (!) hazretler eğer o ‘hayır’ Fransa’da kazandığı takdirde, o ‘Avrupa’nın dehşet tekme yiyeceğini ve belki bir ihtimal artık hiç ayağa kalkamayacağını da biliyorlar.

Zaten, eski sosyalist başbakan Fabius’un lideri olduğu bu efendilerin sinsi propaganda yürütmesi; yani yukarıdaki utangaçlığı yansıtması, bunun bilincinde olmaktan kaynaklanıyor.

Dolayısıyla da, ‘AB kaderini Fransa referandumu belirleyecektir’ diyerek alarm zilleri çalan ve Alman Dışişleri Bakanı’ndan İspanya Başbakanı’na uzanan Avrupalı ‘sol’ şahsiyetlerin Paris’te ‘sağ’ Cumhurbaşkanı Chirac’ı desteklemesi tesadüf oluşturmuyor.

Ayıkla pirincin taşını, 29 Mayıs akşamı ‘nefesler tutularak’ Fransa sandıkları açıldığında ‘niet’ çıkarsa, yolu yok, Avrupa’nın geleceği için artık ‘niyet tutmak’ gerekecek.

Yeni Papa 16’ncı Benedikt’in ‘ruhani nefes’ine de işte o zaman ihtiyaç duyulacak.
Yazarın Tüm Yazıları