Radyodan nereye?

TAMAM, yaşça da, başça da Woody Allen'den haydi haydi ‘‘genç’’ sayılırım.

Ama ben yine de onun harika filmindeki gibi bir ‘‘Radyo Günleri’’ çocuğuyum.

Televizyonu ilk defa on dokuz yaşında ve Türkiye sınırları haricinde gördüm.

Dolayısıyla, emeklemeye başladığım çağdan itibaren ev hayatımız yedi lambalı koca ‘‘Telefunken’’in etrafında dönerdi desem, yalan söylemiş olmam.

Önceler ‘‘Radyo ajansı’’, ‘‘Kahramanlar Geçidi’’, ‘‘Üsküdar Musiki Cemiyeti’’, ‘‘Eşref Şefik Sohbetleri’’ falan.

Neden sonra ‘‘İl İstasyonu’’nun devreye girdiğinde de, ‘‘Fecri Ebcioğlu'ndan Müzik’’te Petula Clark veya ‘‘Gençler İçin’’ de ‘‘Anna Frank'ın Hatıra Defteri.’’

Ancak bizim yayınlar en kabadayısı gece yarısı bitiverirdi.

Babam da ibreyi Bükreş'e, Peşte'ye hatta Hilversum'a ayarlardı.

Dolayısıyla, belki hem ‘‘açık ufuklu’’ olmamın, hem de klasik müzik sevmemin bilinçaltı kökenleri o bilinmedik dillerin ve o do minör notaların cazibesine uzanıyor.

* * *

HER neyse, esas radyo ‘‘Telefunken’’ markaydı ama 27 Mayıs darbesi sabahı ‘‘siftah yaptığı’’ için demek ki 1960'ta olacak, pederim başka bir aparat daha aldı.

Tam anlamıyla ‘‘yerli malı, yurdun malı’’ (!) değildi.

Türkiye'de ilk kez monte edilmiş öyle bir aletti ki, gudubet plastikten ve estetik faciası ‘‘kaporta’’ (!) bir yana, ha bre yanan lambaları kazaen ısınsa dahi, mucize kabilinden parazitli bir gak guk sesi vermesi için bile illa sille tokat girişmek gerekiyor.

Dayağı yemezse tıs demeye tenezzül buyurmazdı.

Bu arada, ‘‘Marconi’’, ‘‘Edison’’, ‘‘Philips’’ gibi harcıalem markaların yanısıra, o dönem radyolarının ‘‘Cadillac’’ını ‘‘halis Alaman malı’’ (!) ‘‘Grundig’’ oluştururdu.

Hele hele, hali vakti gayet yerinde familyaların salonda en baş köşeye oturttuğu ve ‘‘müzik dolabı’’ denilen türden bir modeli vardı ki, aynı zamanda pikapla donatılmış olan bu gerçek mobilya hiç kuşkusuz ‘‘Rolls Royce’’ addedilirdi.

* * *

BEN bizim evladiyelik ‘‘Telefunken’’den ibreyle istasyonları ve ‘‘montaj’’ aparattan da şamarla hıncımı çıkartmaya devamede durayım, epey palazlanmıştım ki, inanılmayacak hediye olarak ve bu defa teyp kimliğinde bir ‘‘Grundig’’e kondum.

Dayımın kendine almış olduğu ve içimin cız ettiği o heyüla makina bana verildi.

Burada akan sular durur!

Durur, çünkü işte kamyon tekerleği büyüklüğündeki şeritlerini ve boza sürahisi cüssesindeki mikrofonunu kullanarak, ‘‘Alman mucizesi’’nin o harikulade ‘‘Grundig’’iyle radyodan sevdiğim müzikleri kaydedeceğim.

Daha iyisi, daha mükemmeli, daha alengirlisi yok; varsa da ben bilmiyorum.

* * *

BÜTÜN bunları dünkü gazetelerde okuduğum bir haberden dolayı düşündüm.

Çünkü Türk firması ‘‘Beko’’, AB ve dünya pazarındaki yerini güçlendirebilmek için, bir İngiliz ortakla birlikte, iflas durumundaki ‘‘Grundig’’i satın almış.

Şimdi kendinizi benim yerime koyun ve ‘‘bak şu Allah'ın işine’’ demeyin!

Ama yine de, küreselleşme ufuklarını, kapitalistleşme erdemlerini, liberalleşme birikimlerini sıralayarak, ‘‘nereden nereye geldik’’ diye hamasi nutuk atacak değilim.

Yalnız şu iyimserliği ifade edeceğim ki, ilk montaj aparatı şamarlamış bir‘‘Radyo Günleri’’ çocuğu eğer bugün ‘‘Alman mucizesi’’nin alamet-i farikası sayılan ‘‘Grundig’’in ‘‘yerlileştiğini’’ görebildiyse, zerre şüphem yok, ‘‘Bilgisayar günleri’’nin çocuğu da yarın ‘‘Türk mucizesi’’nin ‘‘evrenselleşmiş’’ aktörü olacak!
Yazarın Tüm Yazıları