"GAZETECİLER gazetecidir, patronlar da patrondur"!
Bu etik ilkeyi tam otuz bir yıl önce ve mesleğe ilk başladığım an benimsemiştim.
Fakat tabii ki doğru, bütün iktisadi ilişkilerde olduğu gibi, birinciler çalışabilmak, ikinciler ise çalıştırabilmek için birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Karşılıklı bir bağımlılık vardır.
Ama hayale yer yok, o "bağımlılık" Siyam ikizlerininki gibi göbekten değildir.
Sektördeki hacim ve istihdam darlığından dolayı gazetecinin marjı çok daha sınırlı olsa bile, en azından patron açısından, hiçbir gazeteci "vazgeçilmez" değildir ve olamaz!
Aksine inanan medya mensubu baktığı "dev aynası"nı kırsın ve ayakları yere değsin.
* * *
EVET, bir daha tekrarlıyorum, "gazeteciler gazetecidir, patronlar da patrondur" ve bu mesleki ilkeden ayrıldığım takdirde, ahlákiyattan ve dürüstlükten taviz vermiş olurum.
Çünkü, biz o gazeteciler son tahlilde "kalem emeği" satan "işçi"denbaşka neyiz ki?
Yine son tahlilde, patronlar da söz konusu emeğe karşılık ödeyen "işveren" değil mi?
O takdirde, çalıştığımız kurumun "patronaj"ıyla özdeşleşmek bize düşmez.
Böyle bir "yamanma" ve "eklemleşme" hiçbir şekilde üzerimize vazife değildir.
* * *
DEĞİLDİR ve örneğin, nasıl ki "Fiat" fabrikasındaki tornacı, oranın "big boss"u "sağ"ı destekliyor diye "sol" partiye oy vermekten caymaz, bu, gazeteciler için de geçerlidir.
Dolayısıyla, bizlerin "kullanacağı torna", yani burada, sayfaya yazacağımız haber; sütuna işleyeceğimiz gelişme; mikrofona okuyacağımız bülten, ekrana yansıtacağımız program, söz konusu "patronaj"dan "mümkün mertebe" bağımsız ve nesnel olmalıdır.
Eğer yorum içeriyorsa da, bizzat gazetecinin kendi fikirlerini dışavurmalıdır.
* * *
AMA doğru, yukarıdaki metaforik benzetme aynı zamanda da yanıltıcılık içeriyor.
Çünkü, bir medya kuruluşuyla bir otomobil fabrikası arasında nitelik farkı mevcuttur.
İstedikleri kadar objektif olmaya çalışsınlar, bizzat o medyatik işlevlikten ötürüdür ki, gazeteler, radyolar ve televizyon mutlaka ö-z-n-e-l bir "sunum" yansıtırlar. Yansıtacaklardır.
Dolayısıyla da, onların "üretim süreci" ve "üretim denetimi", her türlü standartı mühendisleri tarafından kesinkes belirlenmiş otomobillerin "kalite kontroluna" benzemez.
Manşetteki kışkırtıcı punto kaportanın kırmızı rengiyle; yorumdaki iğneleyici cümle motorun silindir hacmiyle; ekrandaki patos dizisi de lastiğin çap boyutuyla kıyaslanamaz.
Zira, otomobil fabrikasındaki işçi patronun aksine "sağ" değil "sol" partiye oy attığı takdirde o renk, motor, o lastik yine aynı kalır ama; gazeteci, yorumcu, televizyoncu şunu değil bunu dediği takdirde, belki de "patron"a ters düşmüş olur.
İşte zaten bunun içindir ki de, yukarıda "patronajdanbağımsız" derken "mümkün mertebe" diyebilhassa vurgulamak ihtiyacını ihtiyacını hissettim.
* * *
ANCAK,söz konusu "mümkün mertebe"nin dışında kalan ve de kalması gereken sınırlı bir kesim gazeteci daha vardır ki, bunlar zaten "yönetici" sıfatını taşırlar.
Ve, onların kendilerini diğer çalışanlardan çok daha fazla oranda "patronla özdeşleştirmesi"nde ne eleştirilecek, ne yerilecek, ne de hayret edilecek bir şey vardır.
Adına kurum denetlediği işverenle gazeteci arasındaki ilişkiyi de dengelediği için çok hassas terazide tartılan yöneticiler, oraya mostralık niyetine veya sendikacı diye getirilmezler.
Dolayısıyla da, "patronaj"a daha yakın durmaları kadar doğal bir şey düşünülemez.
Demek o halde can alıcı nokta yine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın haksız ve fevri biçimde eleştirdiği benim patronum Aydın Doğan dadahil, söz konusu "patronajmeselesi"nde düğümleniyor ki, buna yarın değineceğim.