TUNA Viyana’sından Endonezya Bali’sine, Enis Berberoğlu dünkü "Hürriyet"te, son Avrupa - Asya yolculuğuna refakat ettiği Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gezi bilançosunu çıkartırken, kendi kullandığı öz ve özet deyimle, daha başlıkta "müjde"yi verdi:
"Yeniden AB’nin çekim gücüne girdik"!
Ankara temsilcimizin teker teker sıraladığı somut ve nesnel argümanlar zaten ortada, bu saptama ülkemiz açısından tabii ki sonsuz mutlu bir "müjde" oluşturuyor.
* * *
FAKAT aslına bakarsanız, bunun hiç de "müjde" olmaması gerekirdi.
Çünkü "AB çekim gücünden" çıktığımız kanaati zaten hiçbir zaman uyanmamalıydı.
Dolayısıyla da, "yeniden girmek" türü bir saptamaya ihtiyaç duyulmayacaktı.
Oysa gördük ve hissettik ki, 2004 Aralık’ından bir müddet sonra "Brüksel dinamiği" tavsamaya başladı. En azından, sloganlaşmış bir "itici güç" olmak işlevi geri plana düştü.
Ve tabii buna paralel olarak da, sanki mevcutmuşlar ve sanki seçenek sunabilirlermiş gibi, başka "cazibe merkezleri" (!) tekrar piyasa sürülür oldu.
Avrasya’sını falan bugün geçiyorum ve sadece, sırf Başbakan Erdoğan Bali’deki "D-8" zirvesine katıldığı için, "İslam Dünya"sının "alternatif değeri"ne(!)değineceğim.
* * *
KESTİRMEDEN şunu söyleyeyim ki, böyle bir alternatif yok; olmadı ve olmayacak.
Olmadı ve nitekim, belki belki Haçlı Seferleri düzenlemek ve bunlara karşı koymak; yahut, Endülüs Emevilerini durdurmak için kısa ve geçici ittifaklar yapmak hariç, tarih boyu, ne Hıristiyanlığın, ne de Müslümanlığın "ana hattı" din eksenli siyasi yapılanmalara oturdu.
Aksine, Fransa Kralı 1. Fransuva’nın Habsburg İmparatoru Şarl Kint’e karşı bizim İmparatorluğumuzla 1536 antlaşmasını imzalamasından; aynı Fransa ve İngiltere’nin 1854 Kırım Savaşı’nda Rusya’yı yine bizimle beraber dizginlemek seferberliğine, "Dár-ül Harp" in ve "Dár-ül İslam"ın kendi dindaşlarına karşı "öteki"yle birleştiği örnekler sayısızdır.
Çünkü, "imáni faktör" tek başına "buluşturucu" ve "toparlayıcı" işlev göremez!
Etnisiteden, mezhepten, kültürden, coğrafyadan ve tabii ki iktisadi ve siyasi çıkardan bağımsız bir "dini dayanışma" yoktur, zira bunun insani ve ruhi temeli yoktur!
* * *
EH, "ümmet" kavramının ağır çektiği "ulus" öncesi dönemde bile hál böyleyken, hiç şüphesiz ki, söz konusu olgu bugün dünkünden de kat be kat fazla geçerlilik taşıyor.
Sıfatgeç edinilse bile, o "ulus" kimliği Müslüman ülkelerde artık adamakılı oturdu.
Dolayısıyla, ister çöl dogmalarının Vahabi karanlığında kavrulsun; ister Farsi kültürün Şii tezahürlerini yansıtsın; isterse de Güney Asya sekülarizmden etkilensin, İslam devletleri ve halkları şu an "milli aidiyet"in üstüne en az "dini aidiyet" kadar titriyorlar. Titreyecekler.
Bu, rötarlı gerçekleşmiş bir "modernite"nin yansımasıdır ve de sonsuz doğaldır.
* * *
DOĞAL olmayan tek şey var ki, o da şu:
Somut gerçeklilik böyleyken, hayali bir "İslam Álemi yekpareliği" icád edilmeye çalışıldığı yetmiyormuş gibi; bazı safdiller hálá ve hálá, böylesine afaki bir "bütünlük"ün(!) siyasi, iktisadi ve mali mekanizmalarla donatılabileceği masalına inanıyorlar.
Üstelik de, bunu Türkiye için "alternatif" diye sunmak işgüzárlığına soyunuyorlar.
Oysa biz tabii ki işimize bakacağız ve dini değil laik; İsevi değil insani ve de bilhassa, soyut değil somut hedefler öngördüğü için, "AB’nin çekim gücü"yle uzayı katedeceğiz.
Aslında bunun "müjde"lik yanı yoktu ama olsun, bir ara sanki yalpalıyormuş izlenimi veren füzemize işte yörünge tazelettik ki, kalbimiz ferahladı ve beynimiz ışıldadı.