Motor ve müjde

SADECE son iki gün içinde, AB bünyesinde "motor rol" oynadıkları için Ankara üyeliği konusunda da esas sözü söyleyecek olan Almanya ve Fransa’dan iki müjde geldi.

Fakat, bunların "müjde" niteliğini ancak geniş perspektifli bir çerçevede görebiliriz.

Federal Cumhuriyet’ten başlayalım.

* * *

KENDİSİ patronum olduğu için şimdi "yağcılık" yaptığımı söyleyen çıkacaktır ama umurumda değil, zira aynı inisiyatifi her kim almış olsaydı, onu da can-ı gönülden alkışlardım.

Yani demek istiyorum ki, "Euro D" kanalının 10. yıldönümü nedeniyle Aydın Doğan’ın Alman Şansölye Angela Merkel’i çarşamba günü Frankfurt’taki "Hürriyet" tesislerinde ağırlaması; üstelik, "misafir"in de burada dört saat kalması, bir "sivil lobicilik başarısı"dır.

Bunu "diplomatik başarı"ya dönüştüren şey ise Berlin liderinin, önceki hükümet tarafından Ankara’ya verilmiş sözü tutacağını; yani "ahde vefa" göstereceğini tekrarlamasıdır.

Oysa hepimiz biliyoruz ki, Hıristiyan Demokrat lider iktidara gelmeden önce kullandığı retorikte hemen daima, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğu temasını işlemişti.

Peki, şimdi fikrini mi değiştirdi?

* * *

HAYIR
ve kendimizi kandırmayalım! Değişen şeyler şu noktalarda odaklaşıyor:

Zaten bir koalisyon iktidarı yürüten Merkel, uzun yıllara yayılacak müzakere sürecine şimdiden "taş koymak" niyetini taşımıyor. Fikri terk etti. O vakte kadar kim öle, kim kala!

Diğer noktayı ise, Washington Ankara’nın sırtını sıvazladığı müddetçe, "proABD" eksenli Alman Şansölyenin açıkça "nein" demeyeceği ve diyemeyeceği gerçeği oluşturuyor.

O halde, en azından şimdilik, Ren Nehri’nin doğu kıyısında asayiş berkemal demektir.

Suyun batı yakasına, yani AB bünyesindeki diğer "motor" Fransa’ya gelirsek...

* * *

ASLINDA, kısmi farklara rağmen altıgen ülkede de aynı hava hüküm sürüyor.

Daha doğrusu, geçen yıl seçim öncesi Almanya’da esen rüzgar şimdi burayı yalıyor.

Malûm, Angela Merkel gibi "Amerikancı" çizgiye yakın duran ve büyük olasılıkla da Fransız "sağ"ının başkan adayı olacak olan Nicolas Sarkozy Türkiye üyeliğini reddediyor.

Zaten de, daha geçen cuma günü bunu Brüksel organları önünde tekrardan dile getirdi.

Öte yandan, sondajlara göre hem "sol" aday, hem de Paris’in ilk kadın cumhurbaşkanı olması ihtimali yüksen gözüken Segolene Royal, gerek seçim öncesi angajmana girmemek, gerekse Sosyalist Parti içinde "çalkantı" yaratmamak için ne "evet", ne "hayır" diyor.

Ancak, Sarkozy’nin yaklaşımına karşı olduğunu vurgulamak için de, henüz iki gün önce ve yine aynı Brüksel organları önünde "Türkiye konusunda sarsıcı açıklamalardan kaçınmak gerekir" cümlesini telaffuz etmek ihtiyacını hissetti.

Şu an nüans oluşturan bu tutum Royal iktidara geldiği takdirde de renge dönüşecektir.

* * *

AMA diyelim ki, potansiyel "sol" rakibi önde gözse dahi seçimi "sağ" aday kazandı.

"Pro-Amerikanlık"ta Alman Şansölye’yi bile geride bırakan o Nicolas Sarkozy’nin, tıpkı Merkel gibi, başkanlık koltuğuna oturunca "hizaya girmeyeceği"ni kim iddia edebilir?

Onun da "ahde vefa"ya dönerek ve müzakerelerin kim öle, kim kala uzunluğunu göz önüne alarak, Ankara’nın yoluna taş koymaktan vazgeçmesi yüksek bir olasılık değil midir?

Paris’teki "sol" bir başkanın Ankara’ya çok daha açık davranacağı ise zaten kesindir.

Demek ki, bir "dış dinamik" olarak başlayan AB sürecinde "dış asayiş" de sakindir.

Ancak, "motor rol" işlevini artık bizzat bizim kendi "iç dinamik"lerimiz üstlenmiştir.

Almanya - Fransa motoru durmaz ve de duramaz, yeter ki Türkiye pistonu teklemesin.

O halde aslında müjde yok, biz kendimize "müjde" vermezsek!
Yazarın Tüm Yazıları