Paylaş
Dokuzlu yazı
Şimdi düşünüyorum, rakamların ezoterik dilinde ‘dokuz’u uğurlu haneye mi, uğursuz haneye mi kaydedeceğim ? Yoksa, eskisi gibi nötr mü bırakacağım ? Dokuz kere dokuz, eşittir seksen bir; seksen bir kere dokuz, eşittir yedi yüz yirmi dokuz; yedi yüz yirmi dokuzun kare kökü, eşittir yirmi yedi...
PERŞEMBE sabahı gözümün çapağıyla radyoyu açtım ki, Hertz dalgalarında bir telaş, bir telaş... Yorumlar, tahminler, analizler gırla gidiyor.
Dokuz, dokuz, dokuz; artı dokuz; artı dokuz... Varsa dokuz, yoksa dokuz...
Hayırdır inşallah, acaba matematikçiler Einstein teorisinin pabucunu dama atacak yeni bir formül mü icad ettiler; veya iyi saatte olsunlar, modern büyücüler Arabi rakkamların ezoterik dilinde yeni bir anlam mı keşfettiler diye biraz endişeli ve biraz meraklı kulak kesildim ki, hiç alakası yok !
En baştaki ‘bir’ yazılım dilinde yer almadığından hesaba dahil değil, perşembenin aritmetik takvimi dokuz yüz doksan yılının, dokuzuncu ayının, dokuzuncu gününe tekabül ediyor ya, meğer bütün patırtı oradan kopuyormuş.
Çünkü, yetmişli ve seksenli yıllarda hizmete giren ilk bilgisayarlarda, mühendisler birbirini izleyen dokuzları makinaya bir arıza, bir duraklama, bir silme rumuzu olarak kaydetmişler.
Bu yüzden, hafızaların şimdi unutkanlık komasına dalması söz konusuymuş.
Dolayısıyla, hala serviste olan eski aparatların kısıtlı sayısından ötürü büyük aksilik beklenmiyorsa da, bügünkü tepki çok önemliymiş.
1 Ocak 2000 için öngörülen o ‘bug’ kıyametine canlı test oluşturacakmış.
Nitekim, bilgisayarcılar gelişmeleri incelemek için hazırola geçmişler ve güneşin ilk doğduğu Yeni Zelanda'dan haberler akmaya başlamış bile...
Ve, falan filan...
* * *
DOĞRUSUNU söylemek gerekirse hayal kırıklığına uğradım. Çünkü, yukarıda dediğim gibi, ben rakamların yorum diline dair bir şeyler dinlemeyi ummuştum.
‘İki’; bilhassa ‘yedi’ ve nispeten ‘sekiz’, benim de bazı uğurlu şifrelerim vardır. ‘Dokuz’u ‘bir’, ‘üç’, ‘altı’ gibi uğursuz mendeburların arasına katmasam bile ‘dört’ ve ‘beş’le birlikte nötr kategoride addederim.
Bu sayıyla ne olumlu, ne olumsuz her hangi bir alış verişim yok !
Bekliyordum ki radyo uzmanları ‘dokuz’daki yeni bir sembolizmi anlatarak beni bu rakam konusunda da taraf olmaya yönlendirecekler.
Meğer, eni konu küçük çapta bir bilgisayar hastalığıymış !
* * *
AMA hem merak kumkumasıyım, hem de şu 1 Ocak 2000 ‘bug’unda yaşanması muhtemel şeylerden bayağı bayağı kaygı duyuyorum, perşembe günkü ‘dokuz’ olayının ne gibi sonuçlar yaratacağını kendi gözlerimle görmeye karar verdim.
Senelerdir hiç kullanmadığım ve piyasa ilk çıkmış dizüstü modellerinden bir bilgisayarım var. O zaman çalıştığım gazetenin üzerime zimmetli malıydı.
Ne var ki, iflas numarasına yatan patron bizim maaşları aylarca ödemeyip sonra kapıya kilidi vurunca, hiç olmassa belki bunu satıp birikmiş ev kirasının bir bölümünü karşılıyabilirim diye ben de bilgisayara el koymuştum.
Lakin, ikinci el işlerle iştigal eden bir mağazaya makinayı götürdüğümde dükkan sahibi artık bu cins bilgisayarların pabucunun dama atıldığını ve ‘saat hızı’ bilmem kaç devirle dönmeyen hafızaların alıcı bulmadığını söyledi.
Diş kovuğuna kaçmayacak ölçüde komik bir para teklif etmişti.
Adam fakr-ü zaruret içinde olduğumun farkında, baktım benim malı yok pahasına kapatacak, içimden ‘düştünse bu kadar da düşmedin’ dedim ve teklifi reddetim. Ev sahibine uyduracağım masalı düşünerek gerisin geri döndüm.
Neyse, talihim yaver gitti ve bir süre sonra şimdiki işimi buldum. Bu defa ‘Hürriyet’ten üzerime zimmetli gıcır bilgisayarla yazmaya başladım.
Ötekini de ıskartaya çıkartıp gardrobun üzerine kaldırdım.
‘Dokuz’ deneyini işte seksenli yılların bu köhne bilgisayarında yapacağım.
* * *
TABURE; yetişmedi merdiven; toz bezi; nasıl çalıştığını unutmuşum kullanım kılavuzu; bataryaların hapı yuttuğu kesin, elektrik prizi, düğmeye bastım.
Basıyorum, basıyorum ama bana mısın dediği yok. İçeriden hafif bir vınlama geldiğini duyuyorum da kıtıpiyoz ekranda soluk mavi ışık bir türlü belirmiyor.
Anlaşıldı, bunun dokuz yüz doksan dokuzuncu yılın dokuzuncu ayının dokuzuncu günüyle alakası yok ! Makina ya mortoyu çekmiş ya da çekmek üzere...
Tokatlamaya başladım. Hani tam Safiye Ayla'nın terennüme geçeceği sırada parazit sesi çıkartan eski radyolara lambalar yerine otursun diye şöyle oturaklı bir şaplak çakılırdı ya, işte ben de öyle yaptım.
Bir, iki, üç !.. Pat, küt, çat !..
Giderek dozu arttırıyorum ve avucum acımaya başladığından artık cop, olmadı falaka aramaya koyulacağım, birden ekran tuzla buz oldu.
Sıvı kristal dedikleri nesnenin hammaddesi şapır şapır döküldü.
Tüh ki, tüh !
* * *
BİLGİSAYAR umurumda değil, alt tarafı çöp kutusuna gidecek. Ama ben dokuz, dokuz, dokuz; dokuz ve tekrar dokuzun ne tür sonuçlar yarattığını öğrenemedim.
Radyo ve televizyonlar ise akşam haberlerinde konuyu bir daha açmadılar.
Bu yazıyı en geç perşembe gecesi göndermek zorunda olduğumdan da cuma gazetelerini henüz okuyabilmiş değilim.
Şimdi düşünüyorum, rakamların ezoterik dilinde ‘dokuz’u uğurlu haneye mi, uğursuz haneye mi kaydedeceğim ? Yoksa, eskisi gibi nötr mü bırakacağım ?
Dokuz kere dokuz, eşittir seksen bir; seksen bir kere dokuz, eşittir yedi yüz yirmi dokuz; yedi yüz yirmi dokuzun kare kökü, eşittir yirmi yedi...
Paylaş