BRÜKSEL’de hükümeti kurmakla görevlendirilen, fakat dün belirttiğim gibi Belçika ulusal marşını ve bayramını dahi bilmediği ortaya çıkan Flaman Sosyal Hıristiyan Parti lideri Yves Leterme aynı zamanda, "milli aidiyet" dürtüsünün sonsuz çetrefil boyutunu yansıtıyor.
Çünkü, söz konusu siyasetçi Flaman şovenizminde başı çekiyor ve Fransızca konuşan Valonlardan ayrılmak için strateji üretiyor ama, bilinçaltından kendi kimliğini de inkár ediyor.
Zira düşünün ki, "Yves" ismi gibi "Leterme" soyadı dasapına kadar Fransevidir.
* * *
EVET evet, zaten de biyografisinde okudum, Valon baba ve Flaman anneden doğan Belçikalı siyasetçi Voltaire lisanıyla büyümüş. Ebeveynlerinin evinde bu dil konuşulurmuş.
Üstelik yaşadığı köy tam Fransa hududundaymış ki, karşı fırına yürüyerek gidermiş.
Dolayısıyla, melez aile ocağı bir; çift lisanla yetişme iki; sınır boyu ruhiyatı üç, Sosyal Hıristiyan liderin aslında "Belçikalı" kimliğini sahiplenmesi en normal gelişmeyi oluştururdu.
Başka bir deyişle, tıpkı iki arada bir derede kaldıkları için o "Belçikalılık" tanımına en yakın duran Brükselliler gibi, güneyi ve kuzeyi bütünleyen; Felemenkçeyi ve Fransızcayı eşitleyen; Cermenliği ve Latinliği harmanlayan bir ulus bilincini sahiplenmesi gerekirdi.
* * *
OYSA tam aksine, pot üstüne pot kıran bu Yves Leterme bey yalnız frankofon ahaliyi "Felemenkçe öğrenecek entelektüel seviyeden mahrum olmak" suçlamasıyla aşağılamıyor.
Dobra dobra, şimdilik bir "taktik adım" olarak gördüğü "konfederal ayrışma"dan sonra, esas ve gerçek hedefinin Kuzey’inbağımsızlığı olduğunu söylüyor.
Üstelik, zaten "kahrolsun Belçika, yaşasın Flamanya" şiarını işleyen faşizan sağın o Kuzey’de ikinci siyasi güç olduğu düşünülürse, Leterme’nin partisi dahi "ılımlı" (!) kalıyor.
Varın "aşırı"sını siz tahayyül edin ve çelişkileri bu noktaya ulaşmış bir ülkenin daha ne kadar müddet "ulus-devlet" olarak varlık sürdürebileceği konusunda hipotez üretin.
* * *
İMDİİ, seçimlerden doksan gün sonra bile hükümet kuramadığı için görevi devretmiş olsa da yine "en güçlü adam" olarak kalan ve aslında "genel havayı" yansıtan Yves Leterme’nin yukarıdaki "ruhiyat çelişkisi"nden yola çıkarak şunları saptamamız gerekiyor.
Bir; demek ilkel kavmiyetçilik ve onun postmodern uzantısı olan mikro-milliyetçilik öylesine illet bir "mikrop" ki, 19’uncu asır kapitalizmin ilk gelişmiş olduğu ve artık 21’inci yüzyılın sanayi ötesi topluma ulaşmış bir insan topluluğunda dahi melánet saçmayı sürdürebiliyor.
Zira hiç şüphesiz, aynı dili konuştuğu ve aynı ırktan indiği Hollandalılarla dahi yıldızı barışmayan ve avuç içi bir coğrafyada "bağımsızlık" talep eden Flaman milliyetçiliği, klan ve din geleneklerini birbirlerine eklemleştirmiş kavmiyetçilikten başka bir şey oluşturmuyor.
* * *
ÖYLE ve zaten iki; düne kadar "her şey Flamanya için; Flamanya İsa için" şiarı etrafında o kavmiyetçiliği körüklemiş olan Katolik Kilisesi de bu din faktörüyle özdeşleşiyor.
Aslen köylü kökenli Kuzey sosyal Hıristiyanlarının bugünkü talebi tesadüf arz etmiyor.
Üç; o Flaman kavmiyetçiliğindeki motorun maddi yakıtını, zenginliği "öteki"yle; yani 177 yıldan beri aynı çatı altında yaşadığı insanlarla paylaşmamak bencilliği döndürüyor.
Bu açıdan da, İspanya’da Baskların ve Katalanların; Büyük Britanya’da İskoçların ve kısmen Gallilerin; İtalya’da ise Lombardiyalıların muhterisliğiyle aynı kapıya çıkıyor.
Ve yukarıdaki olguya paralel olarak da nihayet dört; manevi planda mutlaka "kader birliği"ni gerektiren "ulus bilinci" öylesine çetrefil bir şey ki, ismi, soyadı ve aile dili bile Fransızca olan Leterme, bunlara yüz seksen derece zıt bir mikro-milliyetçiğe soyunabiliyor.
"Aidiyet dürtüsü"nü hálá ve hálá irrasyonel faktörler belirlemeye devam ediyor.
Zaten de, Belçika’nın artık mukadder gözüken bölünmesi mantıkla asla bağdaşmıyor.