Hiç uyumadım. Üç tane hapa rağmen gözümü kırpmadım. Oğlanla da kavga ettim.
Gecenin köründe geldi ve avaz avaz, berbat bir rock müzik dinlemeye başladı.
Üstelik, bir de kendi gitarıyla eşlik etmeye kalkıştı. Galiba da kafayı çekmişti.
Kalktım ve önce yavaş yollu, sesi kısmasını söyledim.
He dermiş gibi gözüktü ama, umursamadı.
Bu defa yataktan hışımla fırladım. Hem benimle aynı mekánı paylaştığını, hem de aşağıda ve yukarıda insanların oturduğunu tekrarladım.
Toplu iğne yere düşse zaten derhal süpürge sapıyla tavana vuran aşağıdaki o meymenetsiz herifin de kaç defa gece yarısı "yetti" diye kapıyı çaldığını hatırlattım.
"Baba, her şeyime karışıyorsun. Senin de, buranın da burjuva terbiyesinden bıktım" diye diklenince tepem tam attı.
"Senin proleter terbiyeni de, lumpen terbiyeni de sevsinler" diye verip veriştirdim.
Ekmek parasını kazanıp yalnız oturmaya başladığı zaman isterse bin desibellik hoparlörlerle ev duvarlarını titretebileceğini, fakat burada bana ve hayat tarzıma saygı duymak zorunda olduğunu söyledim.
Haniyse üzerine yürüyecektim.
CEHENNEM GİBİ GECE
Sonrası daha da berbat geçti! Cehennem gibi geçti!
Tek kelime yazamadım.
Bu kadar erken saatte açılmadığı için tabii ki kahveye bile gitmedim.
İki, üç, dört, bilgisayarın önünde kendi pişirdiklerimi içtim ama boş ekran bana, ben de boş ekrana bakıyoruz. Nefret ve kinle birbirimizi süzüyoruz.
Ellerim rezilce terledi, cigara pakedi bitti, gün doğdu ve ilerledi, hece çıkartamıyorum.
Durumu telefonla Ayşe’ye anlattım, Hüseyin’e de söylemesini ve bugünlük idare etmelerini rica ettim.
Melek kız "meraklanma" dediği an, tek bir hûzme ışık girmesin diye yatak odasının perdelerini seloteyple duvara yapıştırdıktan ve iki telefonu da devre dışı bıraktıktan sonra tekrar uyku hapı, yeniden zıbardım.
Bitkinlikten biraz içim geçmişti ki, ısrarla kapı zilinin çalındığını duydum.
Kalk ve bak ya, efendi oğlum! Üstelik de bitişikteki odasına seslendim. Ne gezer!
Hazret bütün gece fıçı fıçı devirdiği biraların mışıl uykusuna öyle bir dalmış ki, değil zilin veya babasının sesini duymak, kulağının dibinde top patlasa işitmeyecek.
Ben de kalkmadım. Kim geldiyse geldi ve de canı cehenneme!
Tekrar dalmışım.
EVDE AVARE
Saat kaça gelmişti bilmiyorum, canım oğlum, cancağızım oğlum kapıyı tıklatıp içeri girdi ve yatağın kenarına ilişip önce "Sana bir kahve yapayım mı" diye sordu.
Sonra da, "Dün gece için kusura bakma, asıl terbiyesizliği ben yaptım" dedi.
Öpüştük, koklaştık, konuştuk haniyse ağlaştık ve kalkmak istedim.
İlaçların etkisinden başım çok fena halde dönüyor, banyoya kadar zar zor gidebildim.
Oradaki radyoyu bu defa ben rock istasyona çevirdim ve uzun, çok uzun müddet duşun altında kaldım.
Çıktığımda, deminki bütün günáh çıkartmalarına rağmen oğlan yine selamsız sabahsız sırra kadem basmıştı.
Derhal, yemeğe ayartabilmek için hanidir uğraştığım ve nihayet buna razı edebildiğim bir kadına telefon açıp, buluşmayı bir başka defaya ertelememizi istedim.
"Çocuk oyuncağı mıyım" türünden bir cevapla ahizeyi suratıma kapadı.
N’apim, onun da canı cehenneme ve piç olmuş bir günün akşamına da böyle girdim.
İki lokma bir şey yedim ve öyle, evin içinde avare avare dolandım.
Biraz caz dinlemeye çalıştım, notalar kulağımı tırmaladı.
Biraz kitap okumak istedim, satırlar gözümü körleştirdi.
Gece yarısını biraz geçmişti ki, ne var, ne yok diye internet sitelerine bakayım dedim.
Ah meşum cuma! Ah meşum 27 Nisan 2007!
Günün ilk saatlerinden itibaren yaşadığım o bütün huzursuzluklarla ve o bütün sancılarla içime mi doğmuş nedir, her ekranda "asker muhtıra verdi" manşeti beliriyordu.