Paylaş
AFERİN sana Türkiye, işte yine ‘mesafe koydun’! ‘Haysiyetli dış politika’ (!) dediğin böyle olur, AB'ye, Yunanistan'a, Kıbrıs'a, İran'a, ne bileyim ben Patagonya'ya veya Mançurya'ya olduğu gibi, şükür, şimdi de yarım yüzyıldır üyesi bulunduğun NATO'ya rest çektin.
Cuma günü, yeni Avrupa güvenlik sisteminin işlerlik kazanmasını Brüksel'deki ‘niet’inle engelledin.
Eh, ‘Türk’ün Türk'ten başka dostu' mu var, tabii ki yedi düvelle kendin arana ‘mesafe koyacaksın’... Aşılmaz bir Çin seddi öreceksin...
Hatta bana sorarsanız, ‘mesafe koymak’ yetmez, bir de ‘posta koy’!
Çünkü, AB'sinden, NATO'sundan, BM'sinden, şusundan, busundan bize hayır gelmez ve malum ‘bir Türk dünyaya bedeldir’... Dolayısıyla, çek bir el ense ve, ‘vur, vur inlesin / cihan-ı alem dinlesin’...
Aferin sana Türkiye, ha şöyle, titre ve kendine dön!
* * *
LATİFE bir yana, bu çok tehlikeli gidişat nereye?
Uluslarası arenada her geçen gün daha çok içine kapanmak ve diplomatik platformda her geçen gün daha kalın tecrit perdesiyle örtünmek bizi nasıl bir yere götürür? Dört bir yanda düşman keşfetmek ülkemizi ne tarafa sürükler?
Dahili planda da, ekonomideki kriz paniğinden polisteki isyan gösterisine ve hapishanedeki açlık grevinden yasadaki af hezeyanına, bütün olumsuzlukların arkasında mutlaka hariçten ‘düğmeye basan’ (!) bir el aramak, Türkiye'yi hangi akılcı mantık sistematiğiyle düşünmeye sevkeder?
Söyleyin bana, ‘öteki’yle kendisi arasına durmadan ‘mesafe koyan’ bir ülke refah coğrafyasına ve rasyonalite uygarlığına doğru mesafe katedebilir mi?
* * *
HAYIR, hayır, böylesine bir mağduriyet ve kuşatılmış duygusu içinde yaşamak; buna tepki olarak da herkese karşı husumet beslemek hiçbir millet ve hiçbir devlet için normal değil!.. Olamaz!.. Mümkünatı yok !..
Biz ‘Sırp sendromu’ndan mı muzdaribiz ki, sağımızda solumuzda; aşağımızda yukarımızda; içimizde dışımızda; dostumuzda müttefiğimizde illa hinlik, bir bit yeniği keşfediyoruz? Derhal ‘gardımızı alıyoruz’?
Bırakın yukarıdaki durumun son derece ciddi ruhi travmalar yansıtmasını ve kollektif bir tedaviyi zorunlu kılmasını, pragmatik davranıp işin o yanını şimdilik es geçsek bile; ekonomik ilişkilerden askeri harcamalara veya vergi oranlarından dış ittifaklara, en azından, bu davranış biçiminin Türkiye'nin bütün gündelik hayatını olumsuz yönden etkilediğini görmek zorundayız !
Zaten, salla başını al maaşını demek gibi bir lüksü olmayan ve tam tersine bu maaşı bizzat ödeyen; üstelik, konumları ve açılımları itibariyle ülkemizde dünyayı en iyi tanıyan TÜSİAD'lı işadamları bunu gördükleri içindir ki, geçen gün ‘quo vadis’ diye sormak ihtiyacını duydular...
Evet, ‘quo vadis’ ? Yani, nereye gidiyoruz ?
Sen AB'ye üyelik isteyeceksin ama onun ahlaki ve idari yükümlülüklerine uymayı reddeceksin... Sen Kıbrıs'ta uzlaşmadan yana olduğunu söyleceksin fakat ekmek elden su gölden bir ‘cumhuriyet’ (!) numunesinin başındaki ‘çözümsüzlük en iyi çözümdür’ avukatının her şantajına eyvallah diyeceksin... Ve şimdi de, ‘aman Brüksel’e baskı yap, beni aday kaydetsinler' diye başının etini yediğin ABD'nin ‘ağababa’ olduğu bir NATO'yla kendin arana ‘mesafe koyacaksın’...
Gözünü seveyim Türkiye, her şeyin bir sınırı, bir haddi, bir hesabı var!
Şu dünyada kimse kimsenin nazını kara kaşı, kara gözü uğruna çekmiyor.
Artı-eksi defterinde ikinci hane ağır bastığı an, AB'sinde de, NATO' sunda, şusunda da, busunda da, ‘vazgeçilmezlik’ argümanı artık çalışmıyor.
Gözünü seveyim Türkiye, uluslarası ilişkilerinde böyle durmadan ‘mesafe koyarken’, aman dikkat et, ötekiler aniden ‘su koyduğun yetti be’ demesin!
Paylaş