ALMAN Şansölye Angela Merkel Ankara ziyareti sırasında "ahde vefa ilkesine sadık kaldık" derken doğruyu söyledi.
Gerçekten de, Hıristiyan Demokrat lider tüm seçim kampanyası boyunca Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini değil "imtiyazlı ortaklık"ını savunmuş olmasına rağmen Başbakan statüsünü edindikten sonra, kendisinden önceki hükümet tarafından verilmiş olan söze uydu.
Devlet sürekliliğini korudu ve müzakereleri çıkmaza sokacak bir girişimde bulunmadı.
Teorik olarak böyle imkánı vardı ve yapmadığı için de kendisine şükrán borçluyuz.
* * *
ANCAK burada burnu havalara bürünüp, Merkel’in tutumunu "tornistan etti" veya "tükürdüğünü yaladı" deyimleriyle tanımlamak hem hayalcilik, hem de terbiyesizlik olur.
Çünkü ilkin, Dresdenli siyasetçi "ana fikrinden" vazgeçtiğine dair bir işaret vermedi.
Fakat esas olarak, hem Sosyal Demokratlarla koalisyon hükümeti sürdürüyor olması; hem de dış siyasette realpolitik yaklaşım benimsemesi, onu bu doğal mecráya yönlendirdi.
Başka bir deyişle, on-on beş yıl sonra gerçekleşecek bir hedefe şimdiden taş koymakve dolayısıyla da şimşekleri üzerine çekmek, çok beceriksiz bir diplomasiye tekabül ederdi.
Angela Merkel böyle bir yanılgıya düşmedi ve son tahlilde kendi kamuoyunu da pek fazla rahatsız etmeyen bir "ahde vefa" ilkesiyle, en azından dört yıl için "işi yatıştırdı".
* * *
BÜTÜN bunlara tamam da, Federal Şansölye’nin diğer bir boyutunu; yani Schröder’in Irak politikasına sert muhalefet dahil, "pro-Amerikan" kimliğini unutmamak gerekiyor.
Ve hiç ama hiç kimse şüphe duymasın ki, zaten daha Başbakan seçilmeden önce ABD ziyareti gerçekleştirmiş olan Merkel’in şimdiki Türkiye siyaseti bu boyuttan soyutlanamaz.
Daha açık konuşalım, yukarıdakilerine ek olarak Washington’un Ankara konusunda Berlin liderine "telkin" iletmesi ve ona, "sakın ha, çomak sokmaya falan kalkışma" demiş olması, Angela Merkel’in "pratik değişimi"nde hiç de yabana atılmayacak bir rol oynadı.
* * *
BU olgu sadece Almanya açısından değil, yakında Fransa da olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi açısından geçerli olan ve olacak olan bir vakıadır.
Türkiye’nin başında bir "nimet kuşu" olarak durmaktadır.
"İnce ayar"ını çok iyi kollamak ve "tadını kaçırmamak" kaydıyla da, ülkemiz diplomasisinin elinde bir "joker koz" niteliğini taşımaktadır.
Yani, yine dobra dobra konuşalım, Ankara’nın Brüksel yolu Washington’dan geçer!
* * *
ÖYLE, çünkü AB istediği kadar ABD’nin kanadı altından çıkmak ve müdaheleciliğini aşmak iradesi taşısın, "ultra süper güç"ün "ricalar"ını (!) duymamazlıktan gelemez.
Yakın gelecekte bunun tersinin gerçekleşeceğine dair de hiçbir emáre yoktur.
Nitekim, bunu ancak zaman ispatlayacak, başkanlık seçimleri öncesi Ankara’ya karşı şimdi Merkel’den bile fazla atmakta olan ve yine onun gibi, fotoğraf çektirtmek için Bush’u tavafa giden Fransız sağ aday Nicolas Sarkozy eğer Elysees Sarayı koltuğuna oturursa, yukarıdaki "vakıa"yı Alman şansölyeden de daha çok hesaba katmak zorunda kalacaktır.
* * *
O halde demek ki, gerek içinde bulunduğumuz coğrafyadan, gerekse yaşadığımız konjonktürden dolayı, Türkiye Yaşlı Kıta’ya ancak Yeni Dünya aktarmalı olarak varabilir!
Berlin’e, Paris’e ve tabii ki Brüksel’e, Washington ekseninden geçerek ulaşabilir.
Daha doğrusu, ABD’yi "kollamadan" Avrupa’ya "kavuşamaz"
Ancak, yukarıda belirttiğim gibi, ikisi arasındaki "ince ayar"ı çok mahiráne yapmak ve "tadını kaçırmamak" kaydıyla ki, bu, başlıbaşına ayrı bir yazı konusu oluşturuyor.