Yahut, İtalyan faşizminin temellerini hazırlayan Enrico Cordini’nin kendi ülkesini tanımlarken kullandığı ve salı günü buraya aktardığım ifadeyle, "proleter millet"!
Veya, Bolşeviklerin "ezilen halk" ya da Nazilerin "mağdur ulus" kavramları!
Tabii bunlara bir de, şimdilerde pek moda olan "oryantalizm"i eklemek gerekiyor.
* * *
YUKARIDAKİ terminoloji 20. yüzyıl başından beri hemen her kapıyı açan bir sihirli değnek olarak kullanılıyor. Kim ki yukarıdaki lûgati paralıyor, önünde akan sular duruveriyor.
Nitekim, "sağ" ve "sol" tanımları altında birbirlerine zıt olduklarını iddia eden ama aslında ikiz kardeş kimliği taşıyan tüm modern totalitarizmler aynı kaba def-i hacet eylediler.
Zaten, o totalitarizmlerin kökeni de çok büyük ölçüde bu ortak paydadan kaynaklanır.
Faşizm ve bolşevizm; Nazizm ve komünizm, dışarıda saldırganlık ve içeride zaptiyelik siyasetlerini hükümrán kılabilmek için kendilerini hep "mazlum" ve "mağdur" ilán ettiler.
* * *
PEKİ de, kim, neye ve hangi kıstas göre "mazlum", "proleter" ve "mağdur"dur?
Emperyalist sofraya geç oturduğu için kendini "proleter millet" ilán eden ve Kara Afrika’dan Somali’yi ve bizim İmparatorluğumuzdan da Trablusgarp’ı kapan bir İtalya mı?
Yoksa, Bakü’de "Şark Şûrası" toplayarak yine kendine "Doğu halklarının hámisi" sıfatını vehmeden, ama Azerilerden Yakutlara ve Çeçenlerden Tatarlara, o Doğu halklarına karşı en dehşet mezálimi uygulayan bir kızıl Rusya mı?
Asla! Eğer bunlar "mazlum" ve "proleter"se, eh zahir ben de esir ve paryayım.
Ancak, madalyonun bir de öteki yüzü bulunduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz.
* * *
O da şu ki, İtalyanların çullandığı aynı Somali veya Habeşistan’da köleliliğin hüküm sürdüğü; hátta bu ikincisinin de hanidir Eritre’yi "mağdur" kıldığı vakıası inkár edilemez. Artı, Dersaadet’ten Roma tahakkümü altına girmiş bir Libyalının da bize "peki ama, daha önce sizin burada ne işiniz vardı" demek hakkına sahip olduğu unutulabilir mi?
Yahut, Rus ve Alman tahakkümü altında "ezilen" Lehlerin de Yahudileri ezdiği; aynı Yahudilerin ise İsrail’e göç ertesinde bu defa Filistinlileri ezdiği nesnel bir olgu değil midir?
Evet evet, örnekleri sayısız biçimde uzatabilirim, fakat bunlar hiçbir şey ifade etmiyor.
* * *
ETMİYOR, çünkü insanlık tarihi açısından baktığımız takdirde karşılıklı rollerin derhal, anında, bir çırpıda değiştiği, değişebildiği ve değişebileceği göz çıkartıyor.
Her "mazlum"un "zalim"; her "proleter"in "patron"; háttá her "maktûl"ün de "cellát" olduğu, olabileceği ve muhtemelen de olmaya can attığı bir vakıa oluşturuyor.
Zira heyhat, bu bireysel ve toplumsal içgüdü o insanın mayasında fırsat kolluyor.
O halde, kendi siyaset söylemini böylesine bir "mağduriyet" temelinde inşa etmeye kalkışan tüm ideolojilere sonsuz ihtiyatla yaklaşmak gerekir ve de mutlaka gerekiyor.
* * *
HELE hele, o ideoloji bizdeki "ulusalcılık" gibi totaliter, en azından otoriter sağ ve sol uçların halvete girmesiyle oluşuyor ve "mağdur" edebiyatını hayal alemi, korku tezahürü, nefret yansıması ve kompleks tepkisi ekseninde inşa ediyorsa, ihtiyat kırmızı alarma dönüşür.
Üstelik, cilá biraz kazındığı an geçmişindeki ve şimdisindeki "tahakküm şehveti" ve "tahammülsüzlük şiarı" göz çıkarttıyorsa, böyle bir "mazlum" (!) ancak sırta ürperti verir.
Oysa başta söyledim, İtalya ve diğerleri "proleter millet" yakınmasından çok çektiler.
Umalık ki, ders çıkarttık ve "mazlum ulusalcı" sızlanmasına karşı bağışıklık kazandık.