YERLEŞME anlamındaki "hulûl"den türemiş olan "mahalle" sözcüğü Arapçadır.
Aslına bakarsanız da, "kasaba", "kazá", "nahiye", "vilayet", "livá" falan; ve tabii bilhasa "şehir", kentli hayata, dokuya ve yönetime ilişkin hemen tüm deyimler Türkçeye ya yine o Arabiden, yahut Farsiden girmiştir.
Bunda da yadırganacak veya gocunacak bir şey yoktur.
* * *
YOKTUR, çünkü hepimiz biliyoruz ki, biz Türklerin çadır göçebeliğinden háne yerleşikliğine geçişi tamamen Müslümanlaşmaya paralel bir seyir izlemiştir.
Eh, söz konusu din uygarlığı da Kur’án’ın ve Hayyam’ın diliyle konuşup yazdığından, ecdádımız çok doğal olarak onların terminolojisini benimsemiştir.
Zaten, Roma’dan sonra Kilise’nin de lisanı olan Latince Batı’da aynı işlevi görmüştür.
Her halükárda, bunların hepsinde din pratiği devreye girer.
* * *
ÖYLE ve nasıl ki "mahalle" sözcüğü İslam sosyolojisinde tek bir cami ve tek bir imam etrafında yerleşmiş insanlarla sınırlı mekánı tanımlar, İsevilikte de aynısı geçerlidir.
Farklı lisanlara farklı biçimde girmiş olan Latince "paroecia",vaftizden itibaren aynı papazın ilgilendiği ve yine aynı klisede ayine giden ahalinin háneler bütünü için kullanılır.
Bu, Yahudilikte, Sefaratların "kal", Aşkenazların ise "stetel" dediği coğrafi birime tekabül eder ki, orada da ortak havra, ortak haham ve ortak cemaat söz konusudur.
"Cemaat", işte hayati kelimeyi kullanmış oldum!
Evet evet, doğuşu, oluşumu ve yaşayışı itibariyle, ne Müslümanlıkta, ne HIristiyanlıkta, ne Musevilikte, yerleşik toplumlara özgü "mahalle" tanımı, o toplumların "iman pratiği"yle bütünleşen "cemaat" kavramından soyutlanamaz ve her halükárda da "laik" olamaz.
* * *
ÖTE yandan, dine koşut biçimde "mahalleleşmek"; yani "öteki"nden farklılaşmak; háttá daha doğrusu, "ben" olanla birlikte olmak içgüdüsü de daima devamlılık arzetmiştir.
Avrupa şehirlerinde önce Yahudi gettolarının; ardından da Bogomil yahut Protestan semtlerinin ortaya çıkmış olması birer tesadüf değildir. "Cemaat" ruhunun tezahürüdür.
Artı, örneğin Çin’in Şian kentinde "Hui" Müslümanların ayrı; veya aksine, bu kez Müslüman Endonezya başkenti Cakarta’da o Çinlilerin ayrı ikámet etmesi de tesadüf değildir.
Kaldı ki, kural olmasa bile din yahut mezhep farkı etnik ayrışımla da bütünleşebilir.
Diller, adetler ve kültürler de ayrışacağı içindir ki, "öteki" tamamen yabancı addedilir.
Zaten, yukarıdaki olgunun "sekülerleşerek" sürebilmesinde de bunun payı hayatidir.
Nitekim, Türkiyeli göçmenlerin Berlin’in Kreuzberg veya Brüksel’in Schaerbeek’inde gö-nül-lü olarak "mahalleleşmesi, bunun günümüzdeki hazin uzantısına tekábül eder.
* * *
SONRA, yukarıdaki "mahalleleşmek" faktörü İslam áleminde; özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nda bütün boyutlarıyla ve bütün yekpareliğiyle geçerlilik taşır. Taşımıştır.
Üstelik, ilkin kentliliğe, yani burjuva benliğe; sonra da modernliğe, yani laik kimliğe geç ulaştığımız için, "cemaat mahallesi" bizde çok, çok uzun sürmüştür. Ve, sürmektedir
Çünkü, zaten dini temelli "çok hukukluluk" üzerine inşa edilmiş İmparatorluğumuz en az Tanzimat’a dek, aynı çok hukukluğun sosyal birimini "mahalle" bazına oturtmuştur.
Dolayısıyla, eyvah ki, farklı mahallelerde hüküm sürmüş olan "cemaat kültürleri", istisnasız b-ü-t-ü-n tarafların kolektif bilinçaltını ve davranış tarzını hálá belirlemektedir.
Ve, aslında bunların hiçbiri "laik" olmadığı gibi hepsi de, o "iman pratiği"ne göre şekillendirilmiş mahalle birimlerine has, kendi "cemaat kültürleri"ni sahiplenmektedir.
Konuyu yarın, mahalle cemaatini kent camiasına dönüştürmek açısından ele alacağım.