Yapılmaması gereken, háttá kışkırtıcı addedilen bir davranış tarzını tanımlamak için bugün de kullandığımız yukarıdaki deyim aslında öylesine derin ipuçları ele veriyor ki!
Yani, dün vurguladığım gibi, özünde din veya mezhep eksenli "mahalle"yeözgü "cemaat kültürü"nün kollektif bilinçaltımızdaki sürekliliğini yansıtıyor.
* * *
ÖYLE, çünkü burjuva yerleşikliği ve sekülerliğiyle geç tanışan İmparatorluğumuzun "çok hukuklu" sistemi daima, mahalle bazındaki dini farklılaşma temeline oturdu.
Kaba örnekle diyelim ki, Dersaadet semtleri arasında Fener, Rum; Kumkapı, Ermeni; Balat, Yahudi; Sulukule, Çingene, gerisi de büyük çoğunluk olarak İslam kategoriye girdi.
Artı, Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki falanca sokaklar yine Ermeni yahut Fatih Samatya’sındaki filanca mıntıkalar da yine Rum olarak kendi bünyelerinde tekrardan bölündüler.
Dolayısıyla, Láleli’de haram salyangoz satmak ne denli tecavüz addedildiyse, Tatavla’da sahur davulu çalmak da aynı ölçüde kışkırtmacılık; en azından saygısızlık sayıldı.
"Cemaat mahalle"nin sosyolojisi "imani kıstaslar" çerçevesinde oluştu ve sürdü.
* * *
PEK nadir istisnaları hariç İmparatorluk’un diğer şehirlerinde de aynen geçerlilik taşıyan buolgunun kısmen kırılması ise çok, çok yenidir. Bir ulusun tarihinde "dün"e uzanır.
Yine İstanbul’u ele alırsak, laik kimlikli ilk "camia şehir"e yöneliş son dönem Cibáli- Fatih yangınlarına; Balkan Harbi ertesinin Selánik göçmenlerine; ilk palazlanan ticaret burjuvazisine ve nihayet, eski mesire yerlerinin meskûnlaşmasına paralel bir seyir izlemiştir.
Çok doğal olarak da, gelişme "kaymak tabaka"dan (!) itibaren başlamıştır.
Şişli - Nişantaşı - Teşvikiye üçgeni; Bakırköy - Yeşilköy - Florya güzergáhı; Moda - Kalamış - Suadiye ekseni, ayrı dinlerin aynı mekánda ikámet ettiği ilk mıntıkaları oluşturur.
Burada mutlak bir "kentsoylulaşma"; dolayısıyla, ciddi ölçüde sekülerleşme; daha dolayısıyla da, dini "çok hukukluluk"tan laik "tek hukukluk"a geçiş söz konusudur.
Dediğim gibi, artık "cemaat mahalle" kırılmaktadır ve "camia kent" doğmaktadır.
* * *
BİLİYORUM, her iki sözcük de Arapça’da toplam, çoğul, bütün anlamında kullanılan "cem" kelimesinden indiği için "cemaat"le "camia" arasında pek fark yokmuş gibi geliyor.
Belki aslında öyledir ama biz Türkçe’de onları ayrılaştırdık. Ciddi bir nüans ekledik.
"Cemaat" sözünü telaffuz ettiğimizde hem sayıyı sınırlıyoruz, hem de onu dini veya ulvi bir anlamla donatıyoruz. Geri planda, kutsal dogma ve tabu varlığı çağrıştırıyoruz.
Meselá, namaz cemaati, meselá Alevi cemaati, meselá ayin-i ruhani cemaati diyoruz.
Ama "camia" kavramıyla önce niceliği genişletiyoruz, sonra niteliği laikleştiriyoruz.
Yani, kelimeyi "kutsiyet"ten arındırıyoruz. Ortak paydaları elástiki ve izafi kılıyoruz.
Örneğin "Beşiktaş camiası" dediğimizde genel taraftar grubunu kastediyoruz. Felsefi, siyasi, dini ayrılıklıklar aynı bütüne mensubiyeti engellemiyor. Uzlaşma sahası çok büyüyor.
Yahut, "mülkiye camiası" deyimiyle, diplomadan başka ortak yanı bulunmayan ve üniversite sonrasında muhtemelen zıt kutuplara kayan tüm mezûnları isimlenmirmiş oluyoruz.
Farkına varmadan, "cemaat"te dar ve kûtsi; "camia" ise geniş ve laik düşünüyoruz.
* * *
O halde tekrarlayalım, "cemaat mahalle", bilinçaltında dokunulmaz tabularla donattığımız sınırlı coğrafyayı; "camia şehir" ise bunları aşmış geniş sosyal sathı tanımlıyor.
Ve, illá dini değil háttá zıddı;şu veya bu kutsal dogmayı ürettiğimiz ölçüde o "cemaat mahalle"yi ebedi kılıyoruz. Dolayısıyla da, "camia şehrin" farklılıklar ufkuna ulaşamıyoruz.
Ve, mahalle baskısını kırmak her tür "cemaat" tabusunu yıkacak "camia"dan geçiyor.