ŞİMDİ biraz ferahlayarak diyebiliriz ki, hassas terazi kefesinde aklıselim ağır bastı.
Tabii ki yanılma payını açık bırakıyorum ama, en azından şu aşamada öyle gözüküyor.
Tahmin ettiniz, Kuzey Irak’a yönelik bir maceraperest operasyonu kastettim.
* * *
ÖYLE,çünkü önceki akşam gerçekleştirilen "terör zirvesi"nden sızan ilk işaretler, ülkemizi girdaba sürükleyecek bir serüvenciliğin tam hakimiyet sağlayamadığını gösteriyor.
Anlaşılıyor ki, gözleri hanidir kıvılcım çakan "şahinler" kesin serbesti ve açık kart elde edememişlerdir.
Kabul, aynı işaretler sınırlı bir harekátın düzenlenmesi ve "no man’s land" denilen türden ve aslında zaten mevcut olan tarafsız bölgenin pekiştirilmesi ihtimalini de yansıtıyor.
Ama buradaki "sınırlılık" esas rizikonun ikinci plana geçtiği anlamına gelmektedir.
Yani, özde stratejik kıymet-i harbiye taşımayan pahalı bir jest olarak kalacak olsa da, ölçü kaçırılmadığı takdirde böyle bir operasyona ABD’nin kerhen göz yumması mümkündür.
O halde, en başta dediğim gibi ve şimdilik kaydıyla, biraz ferahlayabiliriz.
* * *
HİÇ şüphesiz ki, gelişmelerin böylesine itidalli bir sürece kavis çiziyor gözükmesini, geç ve güç olsa da hükümetin maceraperestliğe karşı "sıkı duracağı" sinyaline borçluyuz.
O hükümet nihayet aynı zamanda iktidar olduğunu da hatırladı ve şehit tabutlarının üzerinden vurmaya yeltenenen provokatörlere; pervasız bir kışla ideolojisini televizyon stüdyolarında savaş tamtamı çalarak sürdürmeye çalışan emekli apoletlilere ve ilkokul tahrir ödevlerinden kötü bir Türkçe’yle "tepki çağrısı" yayınlayan "iyi saate olsunlar" bildirilerine rağmen, serüvenciliğe direniş iradesi gösterdi.
Bu açıdan da, kısmi bir üslûp hatası içerse dahi, Başbakan Recep TayyipErdoğan’ın tam "terör zirvesi" arifesinde "Türkiye’deki mücadele bitti mi de Kuzey Irak’ı düşünüyoruz" şeklinde ifade ettiği formül, öz itibariyle gerçeğin tá kendisini yansıtmaktadır.
* * *
ÖYLE,zira terörün kökü de, tabanı da, militanı da "esas olarak" ülke toprağındadır.
Hiçbir "harici harekát", tedhişçiliğin "dahili beli" kırılmadıkça başarı sağlayamaz.
Başka bir deyişle, her şey, Kürt şiddet örgütünün "adam devşirmesine" çanak tutan ve tabii ki bizim k-e-n-d-i sorunumuz olan Kürt meselesinde odaklanmaktadır.
Dolayısıyla da, söz konusu sorun "eşit yurttaş - farklı etnisite - üniter devlet" çerçevesinde çözümlenmediği müddetçe, PKK’nın ve PKK’ların arkası kesilmez. Kesilemez.
Kaldı ki, tüm "materyalist felsefe" (!) palavralarına rağmen intihar saldırısı için dahi adam devşirebilen bir "imani kavmiyetçilik" rasyonel akılla açıklanamaz ve tartılamaz.
* * *
ZATEN tartılamayacağı içindir ki, yukarıdaki "mutlu son"a varıldığı takdirde dahi, tedhişçiliğin bıçakla kesilir gibi bir çırpıda sona ereceğine dair hiçbir garanti yoktur.
Düşünün ki, o rasyonel aklın hüküm sürdüğü varsayılan ve o demokratik çözümü çoktan gerçekleştirmiş bir İspanya ve İrlanda’da bile BASK ve IRA örnekleri göz çıkartıyor.
Eh, son tahlilde "irrasyonalizm coğrafyası"nın parçası olan PKK’nın kökü Türkiye’de, Irak’ta, Suriye’de, şurada, burada gerçekleşecek askeri harekátlarla kazınabilir mi ?
Burada tek alternatif, Madrid ve Londra’nın yaptığı gibi, Kürt sorununu yukarıdaki özgürlükçü, eşit ve üniter çervede çözümleyerek PKK’nın beslendiği meráyı kurutmaktır.
Sonsuz marjinalleşsin ki, her vakit çıkacak bir kaç meczup dışında, adam devşiremesin.
Topraktan bereket tohumları fışkırıyor olsun ki, aradığı zehirli otları bulamasın.
Ve o toprak; o ortak, o yekpáre, o yegáne toprak, bağımsız ve meşrû Irak devletiyle ne alákası var ve olabir, bizim k-e-n-d-i toprağımızdır!