Paylaş
EVET, bugün 50’nci yıldönümünü lânet ve bedduayla idrak ettiğimiz 27 Mayıs 1960 darbesi benim dokuz yaşındaki çocukluk hafızama en önce yukarıdaki anons kaydedildi.
Çünkü radyoların her akşam zoraki dinlettiği “Yassıada Saati” daima, silahla derdest edilmiş meşru iktidarı “yargılayan” (!) kukla hakim Salim Başol’un bu girizgâhıyla başlardı.
İkinci hatıram ise darbe sabahına uzanıyor. Babam bir aparatta İstanbul, diğer aparatta da Ankara istasyonunu aynı anda dinlemektedir. İkisi de marşlar çalıyor.
Ve destekten değil “başımıza bela gelmesin” endişesinden pencereye bayrak asılıyor.
Sonra da tam teçhizat kuşanmış seferi askerler kamyonetle ekmek dağıtıyor.
* * *
ÜÇÜNCÜ anımda tekrar Yassıada kepazeliğine dönüyorum.
Pespaye savcı Altay Egesel’in “Bebek Davası” sırasında “delil” (!) diye mahkemede kadın donu sallamasına artık dayanamayan akşamcı pederim “rezaletin bu kadarına da pes” diyerek, her yaz göçtüğümüz sayfiyenin bahçe sofrasında çam ağacına votka kadehi fırlatıyor.
Ve nihayet, hafızamdaki son önemli tabloda Feneryolu istasyonuna asılmış afişler var..
Zira kendi arasında da didişen cunta tasfiye başlattığında, emeklilik tazminatı ödemek için “vatandaş altın alyansını, bileziğini, beşi birliğini bağışla” kampanyasına
soyunmuştu.
Afişi gören babam da “nah alırlar! P?.r birbirlerini yesin” diye kalayı basmıştı.
* * *
EVET, bugün 1960 darbesinin 50’nci yıldönümünü lânet ve bedduayla idrak ediyoruz.
Fakat hemen belirteyim ki burada kullandığım “lânet” ve “beddua” sözcükleri, 1950’denn beri iktidar olan DP’yi sütten çıkmış ak kaşık addettiğim anlamına gelmiyor.
Hayır, ara tonlardaki hayat ve siyaset o “ak”a ve zıttı “kara”ya indirgenemeyeceği gibi, tartışılmaz meşruiyetine rağmen Bayar ? Menderes hükümeti de zaaflar yansıtıyordu.
Özellikle 1957 seçimleri ertesinde otoriter eğilimleri ağır basmaya başlamıştı ki, konu hakkında mükemmel bir sentez edinmek isteyenleri, son sayısını 27 Mayıs’a ayıran “NTV Tarih” dergisinde Tanel Demirel’in gerçekten enfes makalesini okumaya davet ediyorum.
* * *
ANCAK, DP iktidarın göreceli zaaf ve yanlışları, 1960 darbesini bugün lânet ve bedduayla idrak ediyor olmamız gerçeğini, gerekliliğini ve zorunluluğunu asla değiştirmiyor!
Zira en önce cuntacılara kan kokusu sinmiştir. Darağacı ipinde onların yağlı eli vardır.
Artı, yukarıdaki manevi suçtan da çok da daha önemli bir maddi cürüm mevcuttur.
Bu, aynı darbeyle birlikte cihet-i askeriyenin siyasete burun sokmak cüret ve cesaretini bir “normal”e dönüştürmesidir! Tam elli yıldan beri politika kışla vesayeti altındadır.
Nitekim, yarım asır sonra bile apoletlilerin kendilerine vehmettiği “kurtacı” misyonundan kurtulacağız diye hâlâ ve hâlâ canımız çıkıyor. Sonucu da tam kestiremiyoruz.
Daha artı, 27 Mayıs “üniformasız askerlerin”, yani demokrasiden hazetmeyen “sivil ricâl”in sırtını üniformalılara dayayarak kâh aleni darbeciliğe, kâh darbe kışkırtıcılığına, kâh da şimdiki gibi juristokrat rejime soyunmasını yine sıradan kıldı. Onları beteriyle şımarttı.
Yine artı, aynı “ricâl”in Yargıtay üyesi İmran Öktem’in cenazesinde cuntaya rağmen iktidara gelen AP’ye karşı gösteri yapmasını “devlet hükümete karşı yürüdü” manşetleriyle ve iftiharla duyuran medyada da “derin egemenler”e yandaşlık diğer bir geleneğe dönüştü.
Eh, bütün bunlardan sonra 27 Mayıs 1960’ın ellinci yıldönümünü lanet ve bedduayla idrak etmeyeceğiz de, “statüko zaptiyeleri” gibi şükran ve nostaljiyle mi anacağız?
Paylaş