MADEM ki başta cumhuriyetimizin modernite projesi olmak üzere, Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un vurguladığı "ulus devlet - üniter devlet - laik devlet" ilkeleriyle "öz"de buluşuyor ama "biçim"de ayrışıyorum, o halde ilkin kavramları saptamak gerekiyor.
Paralellik arzeden ilk ikisini cumartesiye bırakarak, bugün "laik devlet"i işleyeceğim.
* * *
ÖNCE, "laiklik" tabii ki aynı modernitenin çocuğudur. Ama mutlak bir tárifi yoktur.
Ruhban sınıfı dışındaki Hıristiyanlara uzanan etimolojik kökeni bir yana bıraksak dahi, zaten ilk andan itibaren 1789 Devrimi’yle bütünleşen kavram "sapına kadar" Fransızdır.
Devrimci olan her şey gibi de doğal bir evrimin sonucu değildir. İrádi ve müdahildir.
Nitekim, başta Anglosakson lisanlar olmak üzere, Fransa’dan farklı seyir izlemiş ülke dillerinde "laik" yerine "seküler" sözcüğü kullanılır. Birincisi çok yenidir ve ithal malıdır.
Diyelim ki, oraların "lá-dinileşme" süreci daha yumuşak ve elástiki gerçekleşmiştir.
Her toplum ve inançta "iman kültürü" sonsuz önemli yer tuttuğu içindir ki, örneğin daha düne kadar Bavyera sınıflarına haç asılmasından İtalya’da boşanmanın yasaklanmasına veya Portekiz yahut Polonya’da kürtaja izin verilmemesine, hep bu elástikiyet öne çıkmıştır.
Háttá, geçmişte laikçiliği Kilise mallarını kamulaştırmaya ve Katolik eğitimi aforoza vardırmış olan yukarıdaki Fransa’nın yakın tarihiyle bugününü de kıyaslamamız gerekir.
Paris’in dahi Frenkçe tábirle "şarabına su kattığı", yani esnediği bir vakıadır.
Ama yine de, Başbuğ’un "laik devlet ilkesi tartışılamaz" sözüne hepten katılıyorum.
Ancak dikkat, bin dikkat, tartışılamayacak olan şey yalnız ve yalnız o "i-l-k-e"dir !
Kavramın kendisi tartışılır, tartışılacaktır ve tartışılmalıdır, çünkü dediğim gibi, hem tek bir tárif ve uygulama yoktur; hem de "laiklik" zamanda ve mekánda değişkenlik arzeder.
* * *
OYSA farkındayım ki, bu izáfiyet ne benim, ne de General’in hazzettiği ve her zırvaya cevaz veren o postmodern "müsamahakárlık" (!) tuzağına düşmek tehlikesini de içeriyor.
Aklımı peynir ekmekle yemedim, İslámi aidiyetime ve din kültürüme rağmen agnostik inanca yakın duran birisi olarak bunda tabii ki yoğum. Bir milim bile yoğum.
Söz konusu inancım ve hayat tarzım itibariyle benim laikliğe hava kadar ihtiyacım var.
"Görecelilik" mörecelilik diye kendi ipimi çekecek ölçüde aptal olmadığıma göre de, laisizmi genel tarifiyle "devleti ve dini ayırarak vicdán hürriyetini güvenceye alan değer sistemleri bütünü" diye tanımladıktan sonra, sonsuz hayati noktaya gelelim: De-mok-ra-si !
Evet evet, "ulus devlet - laik devlet - üniter devlet" üçlüsüne artık mutlaka eklenmesi gereken "demokratik devlet" ilkesi aynı zamanda laisizmin de ga-ran-ti-si-dir!
* * *
ÖYLE, çünkü laik olmayan bir demokrasi zaten yoktur. Olamaz da. Mevcut değildir.
Tabii buradaki demokrasi kelimesini çağdaş anlamda kullanıyorum. Köleci toplum Atina’sındaki türden, belirli bir kesim, sınıf veya din için geçerli olan sistemi kastetmiyorum.
Ve, bu modern "demokratik devlet" laisizmi veya sekülarizmi kesinkes kapsar.
O, ilkesi, tanımı ve pratiği itibariyle asla bir çoğunluk diktatoryasına indirgenemeyeceği içindir ki, laikliği kendi doğasında, özünde, mayasında barındırır. Olmazsa olmaz şartıdır.
Oysa buna karşılık, müteveffa SSCB, yahut Suriye, yahut Özbekistan örnekleri falan, bir ülke, bir devlet, bir rejim laik; háttá ateist olabilir. Fakat, bu, onları demokratik kılmaz.
Başka bir deyişle, laisizm demokrasiyi içermez ama demokrasi laisizmi mutlaka içerir.
Dolayısıyla, "demokratik devlet" ilkesini sahiplenmek otomatik olarak "laik devlet" ilkesini de sahiplenmektir. Birincisine tecávüze yeltenen, ikincisine de tecávüz etmiş olur.
İşte, aynı "demokratik devlet" ilkesi Cumhuriyet’imizin "öz"ünde de artık kesinkes yer almalıdır ki, onunla et ve kemik olan "laik devlet" kavramı yeni "biçim"ine kavuşabilsin.