BAŞTA "ulus devlet - üniter devlet - laik devlet" ilkeleri olmak üzere, 1923 Cumhuriyeti’mizin modernist "öz"ünü paylaştığım ama onların "biçim"lerinde ayrıştığım Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ, farklı etnisiteleri kastederek şu ifadeyi kullandı. "Aidiyet duygularına, kültürel boyutta kaldığı sürece saygı gösterilmelidir".
Ne mutlu ve de hele şükür!
* * *
NE mutlu, zira hepimiz biliyoruz ki, isim zikretmese dahi Bağbuğ burada esas olarak Kürt kökenli yurttaşları çağrıştırıyor. Dolayısıyla da, farklı bir mevcudiyeti onaylamış oluyor.
Fakat aynı zamanda da hele şükür!
Çünkü, bırakın "saygı"yı falan, başta Komutan’ın mensup olduğu kurum, Cumhuriyet İdeolojisi daha düne kadar bizzat o etnisititeyi ve o aidiyeti toptan inkár ediyordu. Hep de etti.
Bizim ulus devletimiz kuruluş anından itibaren, kávminin adını bile "yok" saydığı bir insan grubunun kimliğini reddetti. Onların bunu unutmasını istedi. Zorunlu kıldı.
Zaten bu satırlar yazarı dahi 12 Eylül’ü izleyen askerliği sırasında, Kürt olmadığına ve sözcüğün karda yürürken çıkan "kart kurt" sesinden türediğine dair "eğitim" (!) gördü.
Elimizi vicdánıza koyun, en asgári bir "saygı"dan bile söz etmek mümkün müdür?
* * *
LÁKİN, genelde ulus devletlerin; özelde de, çok dinli ve çok etnisiteli imparatorluklar sonrasındaki ulus devletlerin sonsuz zor oluştuğunu bildiğimden, öyle ağlayıp sızlanmıyorum.
Başka bir deyişle, şüphesiz, "vicdániyetçilik", "hakkaniyetçilik", "ahlákiyatçılık" mümkün mertebe riayet edilmesi gereken sonsuz insani ve sonsuz beşeri erdemlerdir.
Ama heyhat ki, aynı insanlığın ve aynı beşeriyetin tarihinde bunlar fazla yer tutmuyor.
Devása bir kaos olan o tarih ne vicdáni, ne hakkáni, ne ahláki bir seyir izliyor.
O halde, tamam, geçmiş acılara yüreğim yanıyor ama yine de dobra konuşacağım.
* * *
EĞER Cumhuriyet’in dayatmak istediği "kimlik inkárı" tutmuş; yani Kürtler tümden asimile edilebilmiş olsaydı, ben burada çok pragmatik davranır ve de ancak "ne álá" derdim.
Evet "vicdáni" olmayacaktı ama ya zarla zorla, ya da balla şekerle o "etnik aidiyeti" özümsenmiş kávimler yukarıdaki kaos tarihte sayısızdır. Ben de işi "becermiş" sayılacaktım.
Ve, modern ulus devlette üst noktaya vardığıma göre de, bunuhiç "kaşımayacaktım".
En kabadayısı, Hollanda’nın Frizler, Danimarka’nın Eskimolar, Kanada’nın Siular için yaptığı gibi, tüketim toplumlarına özgü bir lüksle "folklorik günáh" çıkartırdım ki, nokta.
* * *
OYSA benim böyle bir lüksüm yok! Farklı yol izleseydim başaracağıma dair bir senet de yok ama, işte her halükárda şimdi göz çıkartıyor ki yukarıdaki asimilasyon tam tutmadı.
İllá rasyonel temele oturmayan ve oturması beklenemeyecek olan "kimlik aidiyeti" refleksiseksendört yıldır yaşıyor ve de daima "Kürt aidiyet talebi" olarak karşıma çıkıyor.
Artı, inkárcılığa duyulan tepki ve şu lánetli postmodern zamanların fışfıkladığı "gayr-ı mantiki" dinamikler işi daha da "sarpa sardırıyor". Belá bir coğrafya da tuz biber ekiyor.
Zaten bunun içindir ki, "kart kurt eğitimi" (!) vermiş ordu kurumu komutanı dahi "aidiyet duygularına saygı duyulmalı" demek noktasına geliyor. Buna ihtiyaç hissediyor.
Ve, ben artık eski "biçim"de inat edemem. Dün tutmayan bugün hiç tutmayacak. Bitti.
Dolayısıyla da, "ulus devlet - üniter devlet - laik devlet" eksenli 1923 Cumhuriyeti’ min "öz"ü korumak ve yaşatmak için şimdi başka "yöntem" aramak ve sunmak zorundayım.
Bunu başarabilmek için de ilk ve temel aşama, velev ki "ben" öyle algılamayayım ve aksini söyleyeyim, kendini farklı hisseden bir "öteki"nin "Türk" kelimesini aynı zamanda ve bilhassa, onu o "ben"im etnik aidiyetimle bütünleştirdiği gerçeğini görmekten geçiyor.