TIPKI Attila İlhan’ınkinden sonra olduğu gibi, usta sinemacı Halit Refiğ’in vefatı ertesinde de aykırı bir yazı yazmak zorundayım.
Haberin Devamı
Orijinal görünmek sevdasından falan değil!
Akıntıya kürek çekmem gerekiyor, zira ilkin riyakârlık midemi bulandırdı. Ardından da, bu ölüm vesileyle “öteki korkusu”nun derinliğini tekrar saptamak bizzat beni korkuttu.
Çünkü Refiğ için usta sinemacı dedim ama, merhum yalnız kamera arkasında başyapıt üreten yönetmen kimliğini taşımıyordu. Onu sırf profesyonel uğraşıyla sınırlayamayız.
Şüphesiz ki, ciddi bir entelektüel birikimle donanmış olan Halit Refiğ aynı zamanda da bir ideolojinin, en azından bir “fikri eğilim”in savunucusu, temsilcisi ve yansıtıcısıydı.
* * *
BUNUNLA
, Kemal Tahir’in öncülük ettiği ve marksizmi yerelleştirerek “yerli”ye (!) ulaştığı varsayılan, her halükarda da mutlaka anti-Batıcı sonuca varan akımı kastediyorum.
Malûm, Osmanlı işleyiş mekanizmasını mitoslaştıran ve Cumhuriyet’in reddi miras siyasetini de onaylamayan bu akım atmışlı ve yetmişli yıllarda kâh “Kerim Devletçi”; kâh da “Asya Tipi Üretim Tarzı” tezine yakın durduğu için “ATÜTÇÜ” diye adlandırılıyordu.
İşte Refiğ de, biraz tarikatımsı bir görünüm sunan ve şeyh-mürit ilişkisi yansıtan aynı akıma dahildi. Hatta Tahir’in ölümünden sonra şeyh postunu devraldığı bile söylenebilir.
Zaten hem “ulusal sinema” teorisi, hem de bunu beyaz perdede pratiğe dönüştürdüğü önemli filmler esas itibariyle yukarıdaki fikriyat ekseninde tematiklik kazanır.
Artı, söz konusu “yerlilik” kavramını yücelterek anti-Batıcı söylemi pekiştirir.
Ustadan uyarladığı “Yorgun Savaşçı” ise resmi ve modernist Cumhuriyet ideolojine olan kısmi eleştirelliğini ortaya koyar ki, Engin Ardıç’ın kaydettiği gibi, dizinin 12 Eylül’de yakılması, o resmiyetin bu kadar eleştirelliğe bile tahammül edememesinden kaynaklanmıştır.
* * *
İŞTE
ben, sinemacının vefatıyla birlikte kimlerin neler söylediğini ve hangi paydada buluştuğunu görünce, birincisi açısından tiksindim. Diğeri açısından ise şaşırdım ve korktum.
Evet önce tiksindim, zira kör ölür badem gözlü olur misali, Kemal Tahir ve Halit Refiğ yaşarken söz konusu “Kerim Devletçi”lerin geleneksel Osmanlı yüceltisine ve modernist Cumhuriyet eleştirisine amansızca vurmuş olan kesim hemen timsah gözyaşı döktü.
Aralarına girmiş olan kara kediyi sakladılar ve işi yine riyakârlığa vurdular.
İzlediğim kadarıyla, aynı Ardıç ve Hilmi Yavuz dışında hiç kimse, Halit Refiğ’i belirleyen ideoloji veya “fikriyat”la, klasik Cumhuriyetçiler arasındaki farka değinmedi.
Ancak dikkat, uçurum değil fark diyorum. Çünkü her ikisinden de haz etmeyen ve her ikisinin de ortaklıklarını saptayan benim açımdan, onların arasında böyle bir uçurum yoktu.
Zaten de aşağıda değineceğim gibi, ölüm ertesindeki “kavuşma” (!) bunu doğruladı.
Öte yandan, doğrudur, aynı zamanda şaşırdım ve şaşırdığım için de korktum.
* * *
Haberin Devamı
ÖYLE, çünkü mümtaz cemaat önderi Fethullah Gülen Hocaefendiden “Karanlıkçı Maocular”ın “Ergenekon” sanığı şefine, zıt kutupların Refiğ’i bir sinema ustası olarak değil bir ideoloji simgesi olarak sahiplenmesi karşında nasıl şaşırmayayım? Nasıl korkmayayım?
Tabii ki şaşıracağım ve korkacağım! Zira en kapalı cumhuriyetçi ve ulusalcılardan, en açık dindar ve muhafazakârlara uzanan bir yelpazenin Halit Refiğ etrafında buluşabilmesi, heyhat, çok derin ve çok vahim, ama gerçekten çok derin ve çok vahim bir travma yansıtıyor.
“Yerlilik” (!) kavramının kulağı ve toplumu ne denli cezbetttiğini ortaya koyuyor.
Ve kendimizi kandırmayalım, bunun bilinçaltında Refiğ’i belirleyen Batı düşmanlığı; bir nebze daha deşildiğinde ise genel “öteki” dışlaması, yani aslında “öteki korkusu” yatıyor.
Haberin Devamı
Ben ki zaten işte bu bizzat korkunun kendisinden korkuyorum, ekran vasıtasıyla onu gayet usta biçimde körüklemiş olan için ancak, Allah’tan taksiratını affetmesini dileyebilirim.