ÖYLE bir millet düşünün ki, dünyada pek çok az kávme násip olmuş bir irade ve azim sayesinde, bütün tarihi boyunca asla ve asla ne boyunduruğa girmiş, ne de sömürge olmuştur.
Fakat buna rağmen yine de "öteki"nin endişesiyle hop oturup, hop kalkmaktadır.
Onun kendisini yağmalayacağı, böleceği, parçalayacağı vehmiyle yaşamaktadır.
* * *
ÖYLE bir ülke düşünün ki, hiçbir zaman uygulanmamış; háttá bırakın uygulanmayı, bizzat "galip" imzacıları tarafından dahi hukuken onaylanmamış bir Sevr Antlaşması’nın "hortlatılacağı" (!) "öcü"süyle kandırılmaktadır.
Seksenyedi yıl sonra dahi, hep aynı kábusla yatıp, hep aynı kábusla kalkmaktadır.
* * *
SONRA öyle bir devlet düşünün ki, hemen hepsiyle "netámeli" ilişki sürdürdüğü komşularını zaten geçelim, yedi cihána kuşku, vesvese ve kaygıyla bakmaktadır.
"Ben"ine muazzam bir değer biçerek kendini evrensel "merkez" (!) addetmektedir.
Bütün dünyanın onu gözetlediğine ve kumpas kurduğuna ciddi ciddi inanmaktadır.
* * *
DOLAYISIYLA daöyle bir ulus düşünün ki, daima düşman, hasım, en azından rákip bellediği o "öteki"lerden mümkün mertebe tecrit olmayı yegáne güvence olarak görmektedir.
"Türkün Türkten başka dostu yoktur" sloganını baş tácı etmektedir
Her halükárda da, yukarıdaki "hálet-i ruhiye"den ötürü, "bugün"ünü açıklayabilmek için "dün"ünü nesnel biçimde sorgulamak cesaretine erişmekten ferlik ferlik kaçmaktadır.
Ve yine her halükárda, üzerine rahmet yağsa bundan sorumluyu, suçluyu, şüpheliyi mutlaka ve mutlaka, zamanda ve mekánda değişken herhangi bir "öteki"nde keşfetmektedir.
İşte o "ben", tabii ki "b-i-z"iz!
* * *
YUKARIDA sıraladığım bu kolektif özellikler, dün bireysel tezahürlerini açıkladığım ve vahim bir ruhi travma oluşturan "paranoya"nın istisnasız tüm arázlarını yansıtıyor.
Yani, patolojik boyuttaki benmerkezcilik; dolayısıyla, hastalık raddesindeki alınganlık ve şüphecilik; daha dolayısıyla da, "öteki"ne karşı hasmanelik eksenindeki içe dönüklük, söz konusu "paranoya"nın klinik araştırmalarla saptanmış şu temel özelliğinden kaynaklanıyor.
Söz konusu "benmerkezcilik" rasyonel ve mesáfeli tahlil yeteneğini öyle ciddi biçimde hasara uğratmıştır ki, "paranoyak" ülke, devlet ve millet de nesnel gerçeğin yerine öznel ve háyali bir "gerçek" (!) inşa ederek, kendisini ona inandırır.
Tabii bunu da "komplo teorileri" çerçevesindeki bir "mantıkilik"le (!) açıklar.
Peki, bizim tahlil yeteneğimiz neden, nasıl ve ne zaman hasara uğradı da böylesine "paranoyak" düşünür, yaşar ve davranır olduk?
* * *
ASLINDA, eğer aileden gelen kalıtımsal bir neden yoksa, aynen kişisel ruhi hastalıklarda olduğu gibi, uluslardaki kolektif travmaların da kökeni derin bilinçaltına uzanır.
En yukarıya dek çıkıp, aráza yol açmış "püf noktası"nı keşfedebilmek kolay değildir.
Psikanalistler bunu hastayı yıllarca ve yıllarca kanapeye yatırdıktan sonra ve o da belki başarabiliyorlar. Nerede kaldı bir milletin, bir ülkenin, bir devletin bilinçaltını çözebilmek!
Üstelik, hepsi Ortodoks olan Rusya, Sırbistan ve kısmen Yunanistan’ı hariç tutarsak, söz konusu "paranoya"nın sırf bizi değil, esas olarak hemen tüm İslam Álemi’ni kapsıyor.
Ama tabii bir gazete köşesinde buralara uzanmak mümkün olmadığından ve her koyun da kendi bacağından asıldığından, o halde bizim kendi "ben"imizi hasara uğratan ve derin bilinçaltımızı belirleyen vahim olayı veya olaylar dizisini aşağı yukarı keşfetmemiz gerekiyor.