Kızıl türban

DÜNKÜ "Hürriyet"te yayınlanan o olağanüstü fotoğrafı nasıl tanımlamak gerekir?

Enfes, nefis, muhteşem kelimeleri yetmez. Çünkü birinci sayfada yer alan ve Fatih Yalçın’ın imzasını taşıyan görüntü, kelimenin tam anlamıyla há-ri-ku-lá-de’ydi!

Gazete yönetiminin işine burnumu sokmak gibi olmasın ama, ödül Yalçın’ın hakkıdır.

***

ÖYLE, zira isterseniz her biri bin sayfadan bin ayrı sosyolojik araştırma cildi yazın.

Asla, "ezber bozan türbanlı komünist" başlıklı haberdeki tek karenin yerini tutmaz.

Hiçbir şey, ülkemizin "nev-i şahsına münhasırlığını"; "kendine özgülüğünü"; "kitabiyata uymazlığını", söz konusu fotoğraf kadar somut ve veciz biçimde açıklayamaz.

Ben burada görüntüyü tekrar hatırlatayım.

***

TÜRBANLI bir genç kızımız, Türkiye Komünist İşçi Parti’ye yakın "Kızıl Bayrak" dergisini Beyoğlu’nda satmaktadır. Malûm, Bolşevik lûgat buna militan propaganda diyor.

Ama tabii, foto konuşmadığı için, "hicáplı yoldaşın" satış sırasında, o kızıl bayrağı o Bolşeviklerden çok daha önce simgeleştirmiş 1871 Paris komünarları gibi, "Proletaryanın asil sancağı / Mazlumların yol kavşağı / Cihanın topyekûn halkları / Sizlere selámet ve bahtiyarlık kaynağı" diye marş söyleyerek de "ajitasyon çekip" çekmediğini bilemiyorum.

Fakat her halükárda, işte "dini simge" addedilen biçimde giyinmiş bir genç kadın, teorisinde bütün dinleri "halkların afyonu" addeden bir ideolojinin propagandasını yapıyor.

***

İMDİİ, böyle bir "komünizm" ve böyle bir "İslamizm" başka yerde olabilir mi?

İnsaf, bu birincisi daha baştan tanrıtanımazlık ideolojisi üzerinde yükselir.

Bırakın dini simgelere "hoş bakmayı" falan, iktidara gelir gelmez ilk iş kilise, cami ve sinagogları dümdüz; papazların, imamların ve hahamların kellesini ise kopsi kefáli etmiştir.

Öte yandan, zaten "iman" temelinde doğmuş ikincisi ise daha düne kadar ve bizzat Türkiye’de, "komünizmle mücade dernekleri" çatısı altında insan kátlini vácip saymıştır.

Ama yine de kabul, tamam, Latin Katolikliğinden çıkan bir Don Camara "kurtuluş teolojisi"ni vaaz etmişti. Vatikan da "işçi papazlar"ın sendikal mücadelesine cevaz vermişti.

Ancaak, Suudi bir imamın, "kahrolsun Vahábilik, yaşasın yeşil mürteciliğe karşı kızıl direnişimiz" diye cuma hutbesi verebileceğini tahayyül edebiliyor musunuz ?

Yahut, Ortodoks bir rahibenin Moskova metrosunda, "Stalin yoldaşın ruhu ölümsüz ve komünist ideal sonsuzdur" diye "Kıvılcım" gazetesi satacağını düşünebiliyor musunuz?

Hayır, Türkiye’den başka hiçbir yerde bunlar ne hayal edilebilir, ne de düşünülebilir.

***

PEKİ, kötü mü? Birbirlerini aforoz etmesi gereken ideolojilerin, bizde aksine, hicáp giyinmiş kızlara "Kızıl Bayrak" sattıracak ölçüde içiçe geçmesi, nasıl değerlendirilmeli?

Dobra konuşayım, yanıtı tam bilemiyorum. Her halükárda da, illá "kötü"dür diyemem.

Tamam, "kitábi" açıdan baktığımızda, her yerde "ultra sağ" denilen "ulusalcılar"ın bizde kendileri "sol" diye vaftiz etmesi ne denli garabet arzediyorsa, bu da o kadar arzediyor.

Türbanlı "komünist"in komünizmine ve bilhassa, komünizmin hicáplısına kitákse!

***

ANCAK, buradaki sosyolojik olgunun başka boyutunu da görmemiz gerekiyor.

Demek ki, ne o "dini simge" iddia edildiği kadar "dinci"; ne de o bayrak vehmettiği kadar "kızıl"dır. İkisi de derme çatmadır. Aslında, sahiplendikleri şeylere bile yabancıdırlar.

Ve, renkleri de simge kıldığımız takdirde, tonlar yeşilimtırak pembemtırak arasındadır.

O netleşmemiş tonlar ise kitábi olmayan bir Türkiye muğlaklığını da yansıtmaktadır.

Eh, zaten baştan söylemiştim, suretimizi kitábiyatta değil Yalçın’ın fotosunda görelim.
Yazarın Tüm Yazıları