TÜRKÇE’deki "Fransız kalmak" deyiminin nasıl ve nereden doğduğunu bilmiyorum ama bunun önemi yok, çünkü yaşayan her dil kendi lûgatini icat eder.
Kurumların, akademilerin, resmiyetlerin prangasını parçalar ve damgasını vurur.
O halde, deyimle neyin kastedildiği anlaşıldığına göre, tabii ki ben de kullanacağım.
Ve de derhal diyeceğim ki, bugün Türkiye’de Fransa’ya en çok beddua yağdıranlar aslında hayata, dünyaya ve Türkiye’ye en çok "Fransız kalanlar"ın tá kendisini oluşturuyor.
* * *
EVET öyle, çünkü en önce, o Fransa’nın bugün çapsızlık üstüne çapsızlık sergiliyor olması, bizzat kendisinin o hayata ve o dünyaya "Fransız kalmasından" kaynaklanıyor.
Yani, çağın dönüşümünü kavramamakta direniyor ve hálá, 1789 "İhtilál-i Kebir"ine uzanan, zaman aşımlı bir anakronik bir paradigmada ısrar ediyor.
Başka bir deyişle, Paris başkentli ülke, muğlak bir tanımlamayla "Fransız ideolojisi" denilen ve esas olarak 19. yüzyılda zirveye ulaşan sistematikten kendisini kopartamıyor.
Tıpkı, "Cumhuriyet ideolojisi"nin; yani "sağcı"sından "solcu"suna ve "ulusalcı"sından "dinci"sine, Türkiye’de de aynı çağdaş dönüşüme "Fransız kalanlar" gibi!
Nitekim, bizde "Fransız kalanlar" aslında öz be öz "F-ran-sız"dırlar !
* * *
ÖYLEDİRLER ve zaten muhtemelen de, yukarıdaki "Fransız ideolojisi"nin Türkiye’deki kadar tahákküm kurmuş olduğu başka bir ülke yeryüzünde mevcut değildir!
Genel bir tanım olduğu için burada "Cumhuriyet ideolojisi" dedim ama söz konusu kavisi 1923 dönemeciyle başlatmamak gerekir.
Bizdeki "Fransızlık" çok daha önceye, Ali Suavi’lere ve Namık Kemal’lere uzanır.
Fakat hákimiyetin kesinkes belirleyicilik kazanması "Genç Osmanlılar"dan "Jön Türkler"e geçişle; dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin doğuşuyla gerçekleşmiştir.
O kadar da eskiye uzanmadan, şimdi aklıma ilk gelenleri teker teker sayıyorum:
* * *
ZİYA Gökalp’in bir şematik tablo olarak çizdiği "pozitivist milliyetçilik", her üçü de Fransız olan ve Türk düşünürü çok büyük ölçüde etkileyen Ernest Renan, Emile Durkheim ve Auguste Compte’nin teorik sentezleri etrafında inşa edilmiştir.
Bunlara bir de, laik eğitim konusunda Gökalp’in kısmen örnek aldığı ve Paris’te bakanlık görevi ifá eden Jules Ferry’yi eklemek gerekir.
Öte yandan, pozitivizmi saklı tutmak kaydıyla milliyetçiliği bir de "ırki" boyutla donatan ve dolaylı etkileri hálen de sürmekte olan Yusuf Akçura "Üç Tarz-ı Siyaset"ini tamamen, yine ikisi de Fransız Hyppolite Taine ve Joseph Arthur de Gobineau’nun "ilmiyet" (!) tezleri üzerine oturtmuştur.
Radikal Parti himayeli İttihatçılar’ın Paris’te yayınladığı "Le Méchveret"ten, Selanik Mason locasındaki Jakoben geleneğe listeyi sonsuzlaştırabilirim ama, bu kadarı yeter.
İşte, 1923’ten itibaren tedricen oluşturulan ve örnek aldığı 1789 Devrimi’nin de daha önce yapmış olduğu gibi, 1932 Türk Tarih Kongresi’yle bir "kuruluş efsanesi" yaratan "Cumhuriyet ideolojisi",yukarıdaki "Fransızlık geleneği"nin doğal bir uzantısıdır.
* * *
PEKİ, yukarıdaki gelişmeyi nasıl açıklayacağız?
Yani, belki bir tek Prens Sebahattin tarafından benimsenen ve savunulan evrimci, seküler ve adem-i merkeziyetçi Anglo-Sakson yaklaşımlar yerine Türkiye’de, diğer hiçbir ülkeyle kıyaslanmayacak biçimde devrimci, laik ve merkeziyetçi bir "Fransız ideolojisi"nin böylesine hakimiyet sağlamış olmasını neye bağlayacağız?
Bunun cevabını yarın yine "bugüne Fransız kalmak" çerçevesinde irdeleyeceğim.