BELKİ gözümden kaçmıştır ama ben kendi hesabıma, Kandil Dağı’na ilişkin şöyle eli yüzü düzgün bir röportaja rastlamadım. Tabii Türk medyasını kastediyorum.
Sebati Karakurt’un "Hürriyet"teki psiko-sosyolojik söyleşisini ise hariç tutuyorum.
Oysa, madem ki "savaş tamtamları" çalıyor ve madem ki o mıntıka ilk cepheolarak gözüküyor, o halde evlátlarımızın gönderileceği yeri en "kandil"le aydınlatmamız gerekiyor.
Şu melûn dağ ne herze bir yerdir, nicedir ve de nasıldır?
* * *
YUKARIDA "eli yüzü düzgün röportaj" dedim ya, bununla yörenin tarihi, siyasi ve bilhassa coğrafi özelliklerini yansıtan ve sorulara cevap arayan bir "toparlama"yı kastettim.
Tamam, gazeteci tabii ki o sorulara kesin yanıt getiremez. Yetkisi ve yeteneği yoktur.
Ancak aynı gazetecinin kalemiyle, fotoğrafıyla, kamerasıyla yansıtacağı tablo, şu an aramakta olduğumuz bazı cevaplara daha akılcı bir bakış açısıyla yaklaşılmasına hizmet eder.
Örneğin, bölgenin Türkiye sınırına bir taş atımlık mesafede bulunmasına ve bazı TSK kuvvetlerinin zaten hanidir Kuzey Irak’ta "dolandığını" (!) Bursa’daki sağır sultanın dahi bilmesine rağmen, nasıl olup da PKK hála "sızıntı eylemleri" gerçekleştirebilmektedir?
Tedhiş örgütünün orada barınabilmesinde hem Ankara "alargalığının; hem de Erbil "müsamáhákarlığının"ın belirleyici olduğu iddiaları doğru mudur?
* * *
DAHA ötesi, çoğu kimsenin gizli gizli düşünüp de açıkça söylemeye cesaret edemediği şu soruda ne derece kadar haklılık payı olabilir?
Yani, vur kaç pususu kuran teröristlerin insanlarımızı katlettikten sonra ve haniyse el kol sallayarak tekrar Kandil Dağı’na sığınabilmesinden, taktik askeri yanlış mı sorumludur?
Ve nihayet, Allah göstermesin ama, sıcak bir savaşlaaynı dağa karşı taarruza geçildiği takdirde, hamáset edebiyatının öne sürdüğü gibi etraf bir çırpıda darmadağınmı olacaktır?
Yoksa aksine, önce ordumuzun, sonra yurdumuzun, sonra da bütün milletimizin pis ve çirkef bir batağa saplanması ihtimali mi gündeme gelecektir?
Bu soruların cevabını hiçbirimiz kesinkes bilmiyoruz ve muhtemelen de bilemeyiz.
* * *
OYSA, dediğim gibi, eğer şu mendebur dağda gerçekleştirilmiş "eli yüzü düzgün" röportajlar olsaydı, "doğruya en yakın"a cevaplara ulaşmak şansımız yükselecekti.
Onların nesnel olarak anlattıklarından yola çıkarak, muhasebeyi kendimiz yapacaktık.
Veya, devlet istihbarat birimlerinden edindiği bilgiyi "şura şöyledir; bura böyledir" diye kamuoyuna açıklayacaktı ki, devenin nalı! Hiçbir devlet böyle bir ahmaklığa düşmez.
O halde, kaldık bizim mesleğin "kaleme, deklanşöre, objektife kuvvet" neferlerine!
* * *
ANCAK, çok doğal olarak, tüm dünya medyası içinde o "eli yüzü düzgün" Kandil Dağı röportajlarını en s-o-n ve en z-o-r gerçekleştirebilecek olanı tabii ki Türk medyasıdır.
Oraya gidecek muhabire PKK’nın az çok "Te-Ce casusu" gözüyle bakacak olması; medya yönetimin RTÜK sansürler mi kaygısı; yazıişlerinin milli duyguları rencide eder mi endişesi falan, yerinde ve nesnel bir cevap arayan gazetecilik bizler için imkánsıza yakındır.
Dolayısıyla da, bunu başaramadı diye Türk medyasını eleştirmek büyük haksızlık olur.
* * *
NE var ki, dünyadaki bazı organlar o "eli yüzü düzgün" röportajları gerçekleştirdiler.
Ve de Kandil Dağı tasviriyle, sorularda doğru cevaba yaklaşmamız için kandil yaktılar
Yani, dolaylı ipuçlarını sunarak, Ankara’yı "alargalık"; TSK’yı "taktik yanlışlık" ve Erbil’i de "müsamahákárlık"la suçlayan iddiaları çürüttüler. Açıkçası, hepsini ak-la-dı-lar!
Söz konusu röportajların bir tanesinden yola çıkarak, bunu yarın açıklayacağım.