DÜN burada, káh Moğol, káh Osmanlı, káh İngiliz, káh siyonist diyerek, yaşadığı sorunlardan hep başkasının "karanlık"ını (!) sorumlu tutan Arap milliyetçiliğine değindim.
İşte, söz konusu milliyetçiliği iktidara taşımış; dolayısıyla da onu en zirveye çıkartmış olan şahsiyet Mısır’ın "efsanevi" (!) lideri Cemal Abdülnasır’dır.
Ve, hem Nasır’ın siyasi kariyerindeki, hem de "Arap bilinçlenmesi"ndeki "hayati dönemeç"i, şu sıra tam ellinci yıldönümüne denk gelen 1956 Şüveyş buhranı oluşturur.
* * *
ANCAK, bu krizin diğer bir özelliği daha vardır ki, Arap álemini haydi haydi aşar.
Çünkü, eski tür sömürgecilik Akdeniz’i Kızıldeniz’e açan Kanal’da kapanmıştır.
Háttá, teşbihte hata olmaz ve çuvaldızı biraz kendimize batıralım.
Nasıl ki İttihatçı maceraperestlerin 1916 "Kanal Seferi" İmparatorluğumuzun yıkılış sürecine tuz biber ekmişti; İngiliz ve Fransızların bizimkinden tam kırk yıl sonra aynı yere ve aynı maceraperestlikle gerçekleştirdiği sefer de onların yıkılışını tescil etmiş oldu.
* * *
AYRINTIYA girmiyorum, o sıra dünyayı titretmiş olan Süveyş krizinin özeti şudur:
1952 darbesinden sonra Kahire’de General Necip’le birlikte iktidara gelen Albay Nasır, Nil üzerindeki Assuan barajını inşa edebilmek için dış krediye ihtiyaç duyuyordu.
Zımnen ABD tarafından desteklenmesine rağmen de Batı’dan kaynak bulamadı.
Bunun üzerine, 26 Temmuz’daki İskenderiye konuşmasıyla, açılışından beri İngiliz-Fransız konsorsiyumu tarafından işletilmekte olan Süveyş Kanalı’na el koyduğunu duyurdu.
Hem Londra’nın; ama hem de bilhassa, Cezayir bağımsızlıkçılarını desteklediği için Reis’e büyük hınç duyan Paris’in etekleri tutuştu. İki başkent harekát hazırlığına başladılar.
Ancak, Birleşik Amerika’dan hiçbir destek gelmediği gibi, tam tersine, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Foster - Dulles her iki ülkeyi de "sömürgeci maceralara" karşı uyardı.
* * *
YAŞLI Kıta ülkeleri buna tınmadı. Üstelik, ortak operasyon için İsrail’le anlaştılar.
30 Ekim’de de kendileri deniz ve havadan; Yahudi devleti ise karadan hücuma geçti.
Ve, Mısır ordusu çok kısa bir sürede yine kesin yenilgiye uğradı.
Ancak, zaten "devrán"ı kapatan nokta burada odaklanıyor, hem SSCB; hem de tüm Soğuk Savaş çelişkisine rağmen ABD, üç saldırgan devlete "tornistan" ültimatomu verdiler.
Önce ateşkes falan, yağmacılar apar topar geri çekilmek zorunda kaldılar.
Dolayısıyla da, Cemal Abdülnasır’ın askeri hezimeti dev bir siyasi zafere dönüştü.
Yarım yüzyıl öncesinin kasım ayı Arap milliyetçiliğinin zirveye ulaştığı tarih oldu.
* * *
SONRA, başta dediğim gibi, 1956 kriziyle bu defa mecázi anlamda "tarih olan" şey, 18. asır nihayetinden itibaren geçerlilik taşıyan geleneksel koloniyalizm oldu.
Yani, 2. Savaş bitiminden beri sömürge imparatorluklarını káh gönüllü, káh zoraki tasfiye etmekte olan Londra, Paris, Lahey ve kısmen Brüksel gibi Yaşlı Kıta başkentleri o andan itibaren, tamamen "kocadıkları"nı anlamak zorunda kaldılar. Gerçek dank etti.
Fransa’nın Cezayir’de veya Belçika’nın Kongo’da kısa bir müddet daha "direnmesi" ise bu gerçeği değiştirmez. Son uzatmaları oynamaktan başka bir kıymet-i harbiye taşımaz.
Dolayısıyla, Sezar’ın hakkını Sezar’a, Arap milliyetçiliği ve onu taçlandıran Nasır, zaten köhne defteri dürülmüş sömürgecilik dönemini Kanal’ın suyunda boğdular.
Ve, kendi sorunlarını hep başkasının "karanlık"ına (!) yükleyen bu milliyetçiliğinin sonsuz eleştirilecek yanları olmasına rağmen yine de, şu an ellinci yıldönümünü idrak etmekte olduğumuz Süveyş’i onun "zafer" hanesine yazıyorum.
Tamam da, işte tam yarım yüzyıl bitti, Arap áleminin "aydınlık"ı hálá nerede?