Kadının adı yok

BEŞ yıl önce Almanya’da "Berlin’de Bir Kadın" başlığıyla bir kitap yayınlandı.

Uzun müddet de en çok satanlar listesinde yer aldı.

Ama yazarın adı yok !

Demek sevgili Duygu Asena’nın ruhu rahmet istedi, yani "kadının adı yok!"

*

YOK, çünkü Kızıl Ordu’nun Nazi başkentini işgal etmeye başladığı 20 Nisan 1945 tarihinden, ortamın bir nebze "normalleştiği(!)" 22 Haziran 1945’e dek geçen altmış üç günlük anılarını saat be saat kaleme almış olan kadın yazar, korkunç bir dehşeti anlatıyor.

Kendi ismini açıklayamayacağı bir kábusu satırlara düşüyor.

Rus askerler tarafından nasıl defalarca ve defalarca tecavüze uğradığını not ediyor.

Sırf şahsının değil, çevredeki hemen tüm kadınların da "muzaffer ganimeti" oluşunu anlatıyor.

Ve sanki üçüncü kişiymişmiş gibi, olağanüstü bir soğukkanlılıkla; olağanüstü bir metánetle; olağanüstü bir nesnellikle; olağanüstü bir hicápla ve emsálsiz bir sorgulamayla anlatıyor.

Şimdi biraz burada duralım.

*

DURALIM, çünkü 2. Savaş bitiminde ve Reich topraklarına girdikleri andan itibaren Sovyet askerlerinin sonsuz sayıda Cermen kadına tecavüz ettiği herkesin bildiği bir gerçektir.

Ne var ki, konu çağdaş Alman tarihinde çok çok uzun süre tabu olarak kaldı.

Geçmişte de defalarca yaşandığı gibi, Hitler vahşetinin tüm korkunçluğu ve çıplaklığıyla ortaya çıkması "kolektif suçluluk" duygusunu bütün bir halk için geçerli kıldı.

Dolayısıyla, bizzat aynı halkın yaşadığı diğer mağduriyet hasır altı edildi.

Nadir istisnalar hariç unutulmak, unutturulmak ve kolektif hafızadan silinmek istendi.

Hele hele, söz konusu mağduriyet iğfal gibi sonsuz hassas ve yine sonsuz tabu bir konu olduğundan; üstelik ciddi bir toplumsal kesimi kapsadığından, eğilim daha da ağır bastı.

Ancak şimdi, özellikle de Duvar’ın çöküşü ertesi ortaya çıkan arşivler sayesinde biliyoruz ki, yalnız Berlin ve banliyösünde, tecavüze uğramış kadınlardan en az yüz bini sırf bu iş için özel olarak açılan sahra revirlerinde kürtaj yaptırmıştır. Yaptırmak zorunda kalmıştır.

Zaten aslına bakarsanız, yukarıdaki hayasızlık Kızıl Ordu için üstü kapalı bir "resmi politika" oluşturuyordu.

*

EVET evet "resmi politika" oluşturuyordu ve öyle ki, o dönem Stalin’in gözdeleri arasında yer alan yazar ve şair İlya Ehrenbourg ordu gazetesi "Kızıl Yıldız"da "Gebert, gebert Almanı / Anasının karnında bile / Öldür Töton kadının iffetini" diye yazmakla yetinmiyordu.

Bir de, "teselli dişisi" olarak tanımladığı aynı kadınları askerlere, "Bekliyor stepten gelecek cengáverini / Al, al hakkındır, kullan teselli dişini" diye vaat ediyordu.

İmdii?

*

İMDİSİ şu ki, Sovyet askerlerinin yukarıdaki hayásızlığına mazaret bulabilir miyiz ?

Çünkü, tamam, Nazi cániler uçkur altı için de illá "ári ırk(!)" istiyorlardı ve dolayısıyla, "aşağı ırk" diye tenezzül buyurmadıkları Slav kadınlara belki Rusların Cermenlere yaptığı oranda ve yoğunlukta tecavüz etmediler ama hepimiz biliyoruz ki, aynı Rus halkına karşı uyguladıkları vahşeti cinnet derecesine vardırdılar.

Ne antik, ne modern tarihte Nazi barbarlık ölçüsünde kitlesel ve metodik olanı olmadığı gibi, 2. Savaş’ta Rusyalar coğrafyası kadar ızdırap çekmiş başka bir ülke de yoktur.

Başka bir deyişle, "genel ortalamaya(!)" vurduğumuz takdirde Alman kadınların yaşadığı iğfal olayları, Slavların yaşadığı acıların yanında diş kovuğuna bile kaçmaz.

*

O halde soruyu tekrarlıyorum, intikam ve cezalandırma içgüdüsüyle muzaffer Kızıl Ordu’nun "teselli dişisi" kullanmasını bir ölçüye kadar açıklayabilir miyiz?

"Böyle şeyler her savaşta olur" diyerek, yukarıdaki mazereti güçlendirebilir miyiz?

Kaldı ki, Batı cephesinden giren Amerikan - İngiliz birliklerinde de epey "vukuat" yaşandığı ve divan-ı harpte yargılanan bazı failler darağacına çekilmiş olsa bile, müttefik komutanlığın bunlardan çoğunu görmezden geldiği de ayrı bir gerçektir.

Hele hele, Çizme Yarımadası’ndan yukarıya ilerleyen Fransız Ordusu’ndaki Fas taburlarının orta - kuzey İtalya’da yine binlerce kadını iğfal ettiği; üstelik subayların bunu, muharebe öncesi Mağribi askerleri "kızıştırmak(!)" için "mükáfat(!)" olarak sunduğu da diğer bir gerçektir.

Zaten alçaklık ortaya çıkınca, Paris, Roma’ya tazminat ödemek zorunda kalmıştır.

Dolayısıyla, "Berlin’de Bir Kadın"ın 20 Nisan - 22 Haziran 1945 tarihleri arasında yaşadığı kábusu izáfileştirmek ve Kızıl Ordu’yu kısmen bağışlamak mı gerekiyor?

*

HAYIR! Asla!

İki yanlışın hiçbir zaman bir doğru etmediği gerçeği bir yana, ya "kadının adı"?

Adı olmayan kadının adı? "Berlin’de Bir Kadın" olan kadının adı?

Yazarı olmayan kitaptaki yazarın adı?

"Muzzafer ganimeti" olan "teselli dişisi"nin adı?

Ve aslında onun adı var ki, gelecek pazar kendi satırlarından ifşa edeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları