KÜLTÜR nedir? Hayır, böyle bir girizgáh yaptığım için Tübingen Üniversitesi’ndeki sömestr dersine ‘felsefe nedir’ sorusuyla başlayan bir Martin Heidegger’e özenmiyorum.
Ancak, her iki soru, daha doğrusu her iki yanıt devasa bir benzerlik yansıtıyorlar.
Çünkü, tıpkı biri gibi diğerinin de tek bir cevabı yok ve olamaz!
* * *
ÖYLE, zira cüsseli bir lûgati açıp ‘kültür’ü ‘bilinç ve ruhun beyni algılamayla biçimlenmesi’ diye tanımlarsak, sonsuz geniş yelpazede ancak minicik bir boyut yakalarız.
Aynı şekilde, kavramı ‘hars’ kelimesiyle millileştiren Ziya Gökalp’in ‘dini, ahlaki, hukuki, mukalevi, bedii, iktisadi ve fenni bir ahenk mecmuası’ özetiyle de yetinemeyiz.
Ama tabii ki bunlar kısmi doğru içerirler. Her halükárda kültür gökten zembille inmez.
Hiç bir insan anasının karnından şu veya bu ‘kültür’le donanmış olarak çıkmaz.
* * *
DAHA ötesi, zoologlar ‘kültür’ün sırf insanlara dahi indirgenemeyeceğini söylerler. Onlara göre, bazı goriller suları zor aşarken, aynı cins diğer maymunların kopmuş dalları baston gibi kullanması ve bunu sonraki kuşaklara öğretmesi, ‘kültür’ün ta kendisidir.
O halde biraz amiyane tábirle diyebiliriz ki, ‘kültür’ özünde bir ‘yontulmadır’.
‘Ham’ varlık ancak sosyal çevrede ve ‘öteki’yle iletişim içinde ‘kültür’ olur.
Sonra da, yamyam tamtamı tınılarından başlayıp Rubinstein piyanosu notalarına uzanan inanılmaz bir kaos sürecinde şu ya bu yana ‘yontularak’ oluşur, gelişir ve dönüşür.
Biliyorum biliyorum, şimdi postmodern ‘mütefekkir’lerden biri çıkıp, ‘ey bedbaht, yok sen tamtam kültürünü küçümsüyor musun’ diyecek ama, bugünkü konuma girmiyor.
Ben şimdi, milli ve ‘Avrupai’; yerel ve evrensel bir ‘kültür olayı’na değineceğim.
* * *
ŞEHRİMİZ salıdan beri ‘2010Avrupa Kültür Başkenti’ olmaya resmen adaydır.
Egemen Bağış başkanlığındaki ‘Girişim Grubu’ Brüksel’e ‘kapı gibi’ dosya sundu ve ‘talibiz’ dedi. Son anda çıkıveren Kiev’i Nisan kararında atlatabilirsek de, ‘sahibiz’ olacak.
Önce şunu söyleyeyim, ‘toprak / su / hava / ateş’ tematiği etrafında Kıta’ya ‘irfán saçmak’ için geliştirilen inisiyatifin ilk özelliğini, tıpkı tema gibi, ‘sivil toplum, özel sektör, yerel yönetim ve kamu’ dörtlüsü tarafından tıkır bir eşgüdümüyle hazırlanması oluşturuyor.
Bunun altını çizdikten sonra gelinecek diğer ‘dahili nokta’ ise şurada odaklanıyor:
Zaten artık ‘Bienal’i, ‘İstanbul Modern’i, ‘Picasso sergisi’ ve galeri, konser ve gösterileriyle kültür bab’ında da ‘dünya kenti’ olmak rotasına giren sitemiz, deyimi baştaki anlamda kullanıyorum, böylesine dev bir atılımla çok daha fazla ‘yontulmuş’ (!) olacak.
Batı kolektif hafızasına yavaştan yavaşa ‘Cool İstanbul’ çağrışımıyla yerleşmeye başlayan kentimiz, hiç şüphesiz en ‘fukara’ olduğu noktada da müthiş bir sıçrama yapacak.
Girişim gerçekleştiği takdirde ortaya çıkacak dışolumluluğu ise saymakla bitiremeyiz.
Üyelik süreci sırasında o Batı hafızasına kültürel açıdan ‘Avrupa başkenti’ sıfatıyla girmeye başlayacak bir şehri; tabii dolayısıyla da onun ülkesini daha sonra dışlamanın siyasi - diplomatik açıdan bayağı bayağı zorlaşacağı gibi hayati bir öge zaten tartışılamaz.
Ama üstelik, bu defa ‘antik kültür turizmi’ için değil ‘çağdaş kültür turizmi’ için ve şüphesiz ‘elit’ kimliğiyle akın akın geleceklerin yaratacağı dinamik; sonra onların kendi kamuoylarında yeniden ‘yontacağı’ Türkiye imajı, doğrusu ‘ballı badem’ niyetine geçer.
* * *
BAŞARABİLİR miyiz? Üstesinden gelebilir miyiz?
Eğer soğan cücüğü Kiev’i aşıp hakkı kazanırsak, láfı bile olmaz, tabii ki başaracağız.
Çünkü ‘kültür’ nedir ki?
Kimse anasının karnında ‘yontulmadı’ ve biz suyu Sinan’ın köprüsünden geçeriz!