İslamofobi mi (I)

ASLI "fobos" olan ve korku anlamına gelen "fobi" kelimesi kádim Yunancadan iner.

Freudcu ruhbilim ise 19. yüzyıl nihayetlerinde sözcüğü modern lûgate dahil etmiştir. Yani, nevroza dönüşmüş korku saplantılarını "fobi" diye tanımlamaya başlamıştır.

Örneğin, kapalı mekánlardan ürkmeye "klostrofobi"; su sesinden ve görüntüsünden paniklemeye "hidrofobi"; güneşten ve ışıktan kaçmaya da "fotofobi" denilir.

Ve psikanalistlere sorarsanız, bazen delirium raddesine ve histeri nöbetine varan her "fobi"nin arkasında, insan ruhunun derin bilinçaltını tayin eden çok vahim travmalar yatar. İşte, Yunani kökenli deyimi psiko-psikanalitik lûgatte bugün bu anlamda kullanıyoruz.

***

ÖTE yandan, insani bilimler arasındaki kelime alışverişi ve benzeşme genellemesi çok yaygın olduğundan, epey zaman var ki, "fobi" kelimesi sosyo-etnolojik lûgate de girdi.

Burada da yine korku, yine dehşet, yine ürküntü, yine panik çağrıştırılıyor.

Esas farkı, toplumsallığı ağır basan bu ikinci "fobi" sözcüğünde bireysel nevrozların değil de, daha ziyade kolektif gruplara yönelik ortak endişelerin ifade edilmesi oluşturuyor.

Tekrar örneklersek, "yudaefobi" Yahudilere; "anglofobi" İngilizlere; "rusofobi" Ruslara; veya "türkofobi", Türklere karşı hissedilen ürküntüyü tanımlamak için kullanılıyor.

Ve dolayısıyla, şimdilerde pek bir moda olan "İslamofi" deyimi teláffuz edildiğinde de, Müslümanlık dinine ve onun mensuplarına yönelik genel korku isimlendirilmiş oluyor. Hayır hayır, yalnız korku değil ve de tabii ki ötesi var!

***

VAR, çünkü ister psikolojide, ister sosyolojide olsun, her "fobik" korku kaçınılmaz olarak kin, nefret, hiç olmazsa husûmet duygularını da beraberinde getirir. Getiriyor.

Háttá, "fobi"lerin bilinçaltı deşildiğinde çoğu kez bu ikinci unsurlar ön plana çıkıyor. En azından, birbirleriyle tamamlayıcılık arzediyorlar ve karşılıklı olarak dönüşüyorlar.

Nitekim, ruhbilimdeki "fobi" onu uyaran objeye veya duruma; toplumbilimdeki diğer "fobi" ise onunla bütünleşen "öteki"ne karşı, az veya çok, mutlaka düşmanlık üretir.

Örneğin, kapalı mekánlarda paniklediği içindir ki "klostrofob" insan hem asansörden; hem de giderek, asansörsüz çıkılması mümkün olmayan gökdelenlerden nefret eder.

Yine örneğin, "yudaeofob" kişi Musevilerin İsevi bebek kanı içtiğine dair kültürü aşamadığı içindir ki, Yahudilere kin besler. Öküzün altında bile "sionist komplo" keşfeder.

Zira, nesnel mantıkla çelişen "fobik" birey veya grup nevrozu kendi öznel mantığıyla açıklamak ihtiyacını hisseder. Bunun için de asansörden yahut Yahudiden "düşman" yaratır.

Ve, korkuları yenmek; yani dolayısıyla nefret duygusunu atmak "klostofob" kişi için ancak psikanalitik tedaviyle; "yudaefob" rezil için ise ancak sosyolojik eğitimle mümkündür.

***

İMDİİ, bugün de bazıları iddia ediyor ki, dünyada "İslamofobi" hüküm sürmektedir. Onlara göre, Müslümanlara duyulan korku 11 Eylül’den sonra, yukarıda belirttiğim "fobi - nefret" ilişkisine paralel biçimde, artık o Müslümanlara karşı nefrete dönüşmüştür.

Nitekim, geçen hafta İstanbul’da da uluslararası nitelikli bir "İslamofobi" konferansı toplandığını ve izlediğim kadarıyla, aşağıya yukarı aynı argümanların üretildiğini biliyorum. Yani malûm "tez" (!), benmerkezci Batı "öteki" olan İslam’ı "düşman" bellemişmiş.

El insaf, düşünün ki "İslam nefretine hayır" diye bağıran bu tez ciddi ciddi, Ermeni gazetecilerin katledildiği, Katolik rahiplerin bıçaklandığı, Protestan ruhbanların gırtlaklandığı, gayrı müslim mallarının gaspedildiği şu laik ama Müslüman kimlikli ülkede öne sürülüyor.

Doğrusu, buna kimin "inanacağını" (!) ve "inandırılacağını" (!) ben bilemiyorum. Ancaak, şu "İslamofobi" iddiasının sonsuz göreceleştirilmesi ve aslında, bizzat İslam áleminin kendi sayısız "fobi"lerini tedavi etmesi gerektiğini biliyorum ki, yarın işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları