İLTER Türkmen Usta "T. E. Lawrence Bile İnanmamıştı" başlığını taşıyan yine enfes dünkü yazısını, ülkede hüküm süren "Sevr paranoyası"nı kastederek şöyle bitirmişti:
"Neden korkuyoruz? Aslında kimsenin korktuğu yok! Korkutmayı seviyorlar!
Korku aşılayarak, politik destek peşindeler".
* * *
TÜRKMEN söz konusu makalede, geçen hafta İstanbul’da yitirdiğimiz büyük tarihçi Stanford Shaw’un "İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e" adlıbaşyapıtına atıfta bulunuyordu.
Oradaki "a-ç-ı-k" belgeleri aktararak da, bırakın pek çok Mihver ülkesi yöneticisini, "İngiliz casusu" lákabıyla andığımız Lawrence’nin dahi, 1920 Ağustos’unda imzalamaya zorlandığımız Sevr Antlaşması’nın uygulanabileceğine asla inanmadığını kaydediyordu.
O Thomas Edward Lawrence ki, malûm 1. Harp sırasında Arabi kabileleri Dersaadet’e karşı ayaklandırmıştı. Yaşadığı maceraları da "Bilgeliğin Yedi Direği" kitabına aktarmıştı.
Tabii, yapıttan uyarlanan film de bizim sansür tarafından şakkadak yasaklanmıştı.
Neyse de, işte Majestelerinin istihbarat subayı tá 30 Mayıs 1920’de "Sunday Times"a havada bulut, sen bunu unut misáli bir mektup gönderip, Sevr hakkında aynen şöyle demiş:
"Antlaşmanın tek bir hükmü dahi üç yıldan fazla geçerli olamaz. Türkiye’ de tek müttefikimizin Sultan olması bir trajedidir. Baştan aşağı değiştirilmelidir".
Çünkü düşününün ki, Türklere karşı Arapları ayaklandırmış olan bir "ajan" bile daha henüz Antlaşma imzalanmadan, bunun asla kıymet-i harbiye taşımayacağını söylemektedir.
Kağıt parçasının "en fazla üç sene" geçerli olacağına dair öngörüde bulunmaktadır.
Üstelik de bu öngörü hayatın pratiğinde ve tarihin akışında aynen ispatlanmaktadır.
Ama siz bütün bunlara rağmen ve söz konusu takvimden tam "sek-sen al-tı" yıl sonra bile, hálá Paris’in porselen banliyösündeki kabusla yatmakta, onun dehşetiyle kalkmaktasınız.
Eh ne diyeyim, cenazeden sonra temcit pilavını yerken bari o porseleni kaşık kullanın.
* * *
TABİİ, "ákil adam" kimlikli İlter Türkmen Usta "aslında kimsenin korktuğu yok. Korku aşılayarak politik destek peşindeler" derken çoktan gerçeği saptamış.
Zaten olayın en korkunç yanını da işte bu hayati nokta oluşturuyor.
Yani, "İslam savaşları"nı işlerken hep dönüp dolaşıp geldiğim bam telinde; dindarı ve laiğiyle Müslüman toplumları belirleyen "rasyonel düşünce yoksunluğu"nda odaklanıyor
Nitekim, "Sevr tehditi" dini kesimden ziyade, "orducu ulusalcı"sından "karanlıkçı Maocu"suna uzanan "laik" etiketliler tarafından "üfleniyor".
Ve düşünün ki, ölü doğmuş; çöpe gitmiş; üstelik, en "Türk düşmanı ajan" tarafından dahi çöpe gideceği daha ilk anda öngördürülmüş bir Antlaşma hálá "öcü" diye sallanabiliyor.
Sevr’in mezarına güzelce def-i hacet eylemiş Lozan’dan tam seksen üç yıl sonra bile, o geberik Sevr "politik destek peşinde olanlar" için hálá korkutma aracıişlevi görebiliyor.
* * *
"KORKU tacirleri" her yerde vardır ve olacaktır ama,buradaki dehşet nokta şudur:
Böyle yalan ve dolan bir "öcü" tehditi nasıl oluyor da hálá "müşteri" kandırabiliyor?
İnsanlar niçin saf saf ve avanak avanak "Sevr hortlatılıyor" tongasına basabiliyor?
Çünkü, tüm İslam toplumları içinde "rasyonel düşünce"ye en yakın olması gereken Türkiye’de bile, söz konusu toplumların bilinçaltını belirleyen "öteki" korkusu kol geziyor.
Bu içgüdüsel korku ve ondan kaynaklanarak yine "öteki"ne yönelen nefret ise zaten hakkıyla hazmedilmemiş mantıkçı "rasyo"yu sıfırlıyor ki, konuyu yarın işleyeceğim.