GEÇMİŞİ bilmezsek şimdiyi açıklayamayız. Hele hele, bütün bir Müslüman Álem olarak hanidir yaşamakta olduğumuz "İslam savaşları" hiç açıklayamayız.
Zira, hiç şüphe yok ki bu savaşların kökenini "dün"de aramak gerekiyor.
Yalnız dikkat, "dün" diyorum ve "önceki gün" diye "en eski"ye uzanmıyorum.
***
ÖYLE, çünkü İseviliğin aksine İslam "akılcılıkla" daha en başta haşır neşir oldu.
Rasyonalizmi, dolayısıyla da kısmi bir sekülerleşmeyi öncü biçimde benimsedi.
Nitekim, daha 8. yüzyılda ortaya çıkan Mûtezile akılcılığından başlayın ve Endülüs uygarlığının sonuna dek direnen álim ve mütefekkiri ekleyin, bu dönem dev bir altın çağdır.
Artı, "káfir" veya "zındık" damgası yemek korkusuyla bugün dahi kolay kolay tartışılmayan konuların aynı dönemde çok özgür biçimde konuşulduğu da bir vakıadır.
Ve, burada "yeniden doğuş" anlamında bir "rönesans"tan dahi söz edilemez.
Çünkü, "önceki gün"ün İslam uygarlığı bizzat doğuşla birlikte pırıltı saçar.
***
ANCAK, yukarıdaki "önce gün" pırıltısı "dün" tedricen kararıverdi. Hızla söndü.
O "dün" ki, her ne kadar "aydın" kimliği tartışma götürmese dahi, tüm hayatı boyunca ve üstelik eserlerinde de bariz zikzaklar çizmiş olan İmam Gazali’yle başlar.
Zaten hatırlayalım ki, İçtihád’a "yasak" (!) getiren; dolayısıyla, aslında "akılcılık arayış"ınıprangaya vuran 11. Yüzyıl mütefekkirinin tüm İslam Álemini belirleyecek olan iki temel yapıtı "Filozofların Maksadı" ve "Filozofların Tutarsızlığı" başlıklarını taşır.
Yani, daha isimlerinden anlaşılacağı gibi bunlar birer "anti - felsefe" manifestodur.
Oysa, o felsefe Kádim Yunan aracılığıyla haniyse doğuşta İslam’ın içine girmiştir.
***
TABİİ, "hakikat"i aramak yöntemlerinden birisini; üstelik en hayati yöntemlerinden birisini oluşturan felsefeye "dur" dediğiniz an, kaçınılmaz olarak artık siz de durursunuz.
Hem bütün bir zihin sistematiğini ve metodolojisini aforoz etmişolursunuz; hem "eleştirel akıl"a giden veya gidebilecek olan yolları tıkarsınız; hem de değişmez ve mutlak bir "hakikat"in mevcut bulunduğuna dair kesin hüküm getirirsiniz.
"Değişmezlik" ve "mutlaklık"!
İşte, "önceki gün"kü pırıltıyı "dün" karartmış bir Gazali’yle başlayan ve "bugün"e dek süregelen "İslam savaşları"nın kökeni de bu iki kelimede odaklanıyor!
***
EVET bunlarda odaklanıyor, zira İslam diğer tüm dinlerden çok daha vahim biçimde bir modernite sorunu yaşıyorsa, nedenini "değişmezlik" ve "mutlaklık" direnci oluşturuyor.
Oysa, "önceki gün"ünpırıltısını zaten yukarıda belirttim, her iki direncin de "imáni dogma"dan; yani bizátihi dinin "öz"ünden kaynaklandığı iddiaları doğru değildir ve olamaz.
O Müslümanlık ki Mûtezile mekteplerinden İbn Rüşd dáhisine sayısız "premodern akılcı" yaratmakta öncü işlev görmüştür, "modern akılcılık"la neden bağdaşmayacaktır?
Dolayısıyla, söz konusu sorun "öz"den değil "biçim"den; Allah’tan değil "kûl"dan; o kûlun Gazali’den beri o Allah’ı yorumlarken dayattığı kendi "hakikat"inden kaynaklanıyor.
İranlı düşünür Surûş’un deyişiyle, "dinle din tefsiri arasında ayırım yapmayan ve bu ikincinin zaman ve mekándaki değişimini reddeden" bir mutlakçılıkta hayat buluyor.
Felsefesi şüphecilikle köprüleri atmış olan bugünün hákim Müslümanlığı "hakikat"e illá vakıf olduğunu sanıyor; ama karşılaştığı nesnel gerçek o "hakikat"le uyuşmadığı için de "öteki"ne nefret geliştirerek ve komplo teorisi uydurarak "İslam savaşları"na çıkıyor.
Halbuki İslam’ın yalnız ve yalnız, felsefi plandaki, özgür ortamdaki ve akılcılık süzgecindeki "farklı hakikat" savaşlarına ihtiyacı var!