BAŞBAKAN’ın İran’a gerçekleştirdiği ziyaret çok olumlu bir gelişmedir.
Olumludur, çünkü en önce bir, köklü bir imparatorluk geleneğinden süzülen Farsi devlet dün olduğu gibi bugün de, yakın ve Ortadoğu’nun vazgeçilmez bir aktörüdür.
Hem söz konusu gelenekten, hem de Körfez’den Lübnan’a, hátta Pakistan’a uzanan Şii nüfusun varlığından ötürü, Tahran’ın "eli uzundur". Uzun kalmaya da devam edecektir.
Sahip bulunduğu rejim ise yukarıdaki nesnel gerçeği hiçbir şekilde değiştirmez.
Dolayısıyla da, velev ki "etkileşim alanı"nda rakip olsun, Türkiye’nin tarihte en eski sınıra sahip olduğu "Diyár-ı Acem"le dost ilişkiler sürdürmesi her iki ülkenin de çıkarınadır.
* * *
ÖTE yandan, Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra İran’da "şahin muhafazakár"ların güç kazandığı doğrudur.
Zaten, "nükleer meydan okuma" ve Irak ve Lübnan’daki bazı Şiilerin "mollakrasi" içindeki fraksiyonlar tarafından manipülasyonu, yukarıdaki gelişmeden soyutlanamaz.
Ancak yine de bunu izafileştirmek gerekiyor.
* * *
BİR kere, tüm kapalı ve yarı kapalı rejimlerdeki gibi "kol kırılır yen içinde" ilkesi geçerli olsa bile yine de biliyor ki, Kum merkezli o "mollakrasi"den önemli bir bölüm dahil, Ahmedinejad’ın meczupluk sınırındaki "çıkışlar"ı ülkede ciddi rahatsızlık yaratmaktadır.
Üstelik, Acem ülkesindeki dini - siyasi mekanizmanın hassas dengeler üzerine oturduğu ve "saray - mescit entrikaları" geleneğinin de tıpkı imparatorluk geleneği gibi sürdüğü düşünülürse, Tahran dış politikasında "son söz"ün Cumhurbaşkanı tarafından değil, yukarıdaki "denge meclisi" uzlaşması tarafından söylediği ve söyleyeceği kesinlik arzediyor.
Ve, diğer çok, çok önemli bir kesinlik ise aşağıdaki noktada odaklanıyor.
* * *
İRAN’ın esas ve temel arzusu, kendi "bölgesel güç" kimliğini ABD’yeonaylatmaktır.
Bu, yediden yetmişe ve en zirveden en tabana, bütün Acem milletinin ortak talebidir.
Nitekim, o nükleer meydan okumadan, Irak ve Lübnan’daki "parmak oynatma"lara, "Diyár-ı Acem" bütün dış politika eksenini bunu hayata geçirebilmek üzerine kuruyor.
Yani, Washington Tahran’la ilişki kurmaya ve onun "büyüklüğü"nü kabullenmeye yanaşsın, atom şantajı dahil, İran "anti-Amerikan" söyleminden tornistan etmeye hazırdır.
Bunu istemektedir, bunu hedeflemektedir ve buna azmetmektedir.
Pekii, gerçekleşebilir mi?
* * *
TAMAM, Bush yönetiminin tabii ki, örneğin "Yeni Şafak" gazetesindeki sicilli provokatör "yorumcu"nun (!) yalan ve tahrifle gaza getirmeye çalıştığının tersine, İran’a "ders vermek" gibi bir niyeti yok ama yine de, bu ihtimal yakın orta vadede zor gözüküyor.
Doğru, "neo-con" cenáhın geri plana itilmesi ve ultra realist James Baker’in "Irak Komisyonu" başkanı olmasıyla birlikte, Washington’da gerçekçi rüzgárlar esmeye başladı.
Ancak unutmayalım ki Farsi devlet Amerikan kolektif hafızasında hálá, Tahran’daki diplomatları 72 gün rehin tutmuş Humeyni rejimiyle özdeşleşiyor. "Öcü" imajı sürüyor.
Dolayısıyla, ABD’nin İran’la "barışabilmesi" (!); daha doğrusu, söz konusu kolektif hafızanın onu "affedebilmesi" için "Diyár-ı Ácem"in gerçek bir "jest" yapması gerekiyor.
Oysa, Mahmud Ahmedinejad’ın ağzından buna şans tanımak gerçekçilik arzetmiyor.
İran’ı "serkeş devlet" addeden "W" rumuzlunun ağzından da arzetmiyor.
Ama yine unutmayalım ki, Ahmedinejad da, Bush da gidecekler ve her halükárda da Türkiye ve İran, tarihte sahip oldukları en eski ve en istikrarlı sınırı paylaşmayı sürdürecekler.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Tahran ziyareti de işte bu istikrarı pekiştiriyor.