DÜN dediğim gibi, eveleme develeme yetti ve de herkes ağzındaki baklayı çıkartsın.
Yani, ha bre temcit pilavı gibi ortaya sürülen şu Kuzey Irak’a müdahale láfazanlığının arkasındaki "PKK terörü" gerekçesinin aslında bir bahane oluşturduğunu itiraf etsin.
Gerçek nedenin, orada kurulabileği varsayılan bağımsız bir devletin bizim Kürtlerimizi de "ayartacağı" (!) korkusundan kaynaklandığını artık dobra dobra söylesin.
Ve, k-e-n-d-i Kürt sorunumuzun ancak ve ancak kendi toprağımızda çözümleneceğini yine dün dile getirdiğim için, bugün konunun uluslararası hukuk boyutunu işleyeceğim.
* * *
ÖNCE, o uluslararası hukuk açısından TSK’nın Kuzey Irak’a girmek hakkı yoktur.
Çünkü bir; Cemiyet-i Akvám’a üye kaydedildiği 1932 yılından beri Irak bağımsız bir devlet addedilmektedir. ABD o hukuku ihlál etmiştir ama, heyhat, tek tabanca "süper güç"tür.
Çünkü iki; 331 km’lik sınır, aynı Cemiyet-i Akvam uzlaşısını kabullenen Türkiye ve mandater başkent Londra’nın Haziran 1926’da imzaladığı Ankara Anlaşması’yla saptanmıştır.
Çünkü üç; o hudutun ötesini talep ve ötesine tecávüz eden bir Irak Kürdistan’ı yoktur.
O halde, Irak’a düzenlenecek bir harekát hangi hukuki gerekçeye dayandırılacaktır?
* * *
BURADA hemen "sıcak takip" denileceğini biliyorum.
Hayır, zira aslında bunun yine uluslararası hukuk açısından resmi bir legalitesi yoktur.
Fakat doğru, "göz yumma" durumları yaşanır. Ama bunun da şartları bellidir.
Kerhen de olsa milletlerarası camia cevázı ancak çok net, çok bariz, çok somut bir "vur -kaç" tecavüzüne karşı zamanda ve mekánda son derece sınırlı bir harekát için verir.
Öyle uzun boylu "içerilere dalmak"; meydan muharebelerine tutuşmak; karargáhlar, garnizonlar, duvarlar inşa etmek; haftalar ve aylar boyu demir atmak, "sıcak takip"e girmez.
Üstelik, her ülke kendi sınırını sıfır noktasından itibaren denetlemekle yükümlüdür.
Karşıdaki "otorite boşluğu"nu gerekçe gösterene de, "sen, senin tarafı kolla" denir.
Dolayısıyla, uluslararası argüman yoksunluğu bir yana, harekát durumunda ABD’nin el bebek gül bebek TSK’ya bile kaş çatarak Ankara’yla küláhları değiştirmesi kaçınılmazdır.
* * *
HA unutuyordum, bir de "ulusalcı" zevát Kuzey Irak maceraperestliğine "zira Musul ve Kerkük Misák-ı Milli sınırları içine giriyordu" diye bahane uydurmaya kalkışıyor.
Doğrusu, ceháletin, şovenizmin ve de gözü dönmüşlüğün bu kadarına pes!
Çünkü, uluslararası hukuk tarafından resmileştirilmemişse, geçmişteki veya şimdiki hiçbir ulusal temenni, istek, ihtiras her neyse, asla ve asla "nesnel gerçek" değildir! Olamaz.
Oysa, asıl adıyla Ahd-ı Milli, Kurtulus Şavaşı’mızın başındaki talepleri yansıtıyordu.
Káh azámi, káh asgári istekler içeriyordu ve Savaş nihayetinde de n-o-k-t-a-l-a-n-d-ı.
Pragmatizm ustası Büyük Mustafa Kemal’in realpolitik vizyonu sayesindedir ki 1923 Lozan ve Irak sınırını saptayan 1926 Ankara antlaşmalarıyla defter kapandı. Mühürlendi.
Ve, Boğazlar Montrö’sünde olduğu gibi de bundan sonraki herşey yine hukukidir!
* * *
KALDI ki, Misák-ı Milli’yi "delil" (!) diye sunmak kadar bir ahmaklık olabilir mi?
Yani şimdi bu takdirde, Hatay ne o Misák-ı Milli’nin; ne de üstelik Lozan’ın içinde yer aldığından, topraklarımıza 1939’da katılan eski Sancak’ı Suriye’ye hibe mi edeceğiz?
Yoksa, aynı Ahd-ı Milli öyle öngörüyordu diye, "Elviye-i Seláse"ye dahil edilen Kars ve Ardahan için, bizde mi kalsın, Rusya’ya mı gitsin diye referandum mu düzenleyeceğiz?
Kör cahilsin ve bilmiyorsun, bari sus be adam da, Irak maceraperestliğini kışkırtmaya yeltenirken eski defterleri açmaya kalkışıp, durup dururken bir de başımıza yeni dert açma!
Konuyu yarın Türkiye’nin hayati dış politika çıkarları açısından inceleyeceğim.