Paylaş
Gerçi son günlerde biraz duruldu ama yine de şimendifer grevleri, sokak gösterileri, çapulcu yağmaları, eşkıya kundaklamaları falan derken altıgen ülkede asi rüzgârlar esiyor.
Zaten de bu zahiri esintiye kapıldıkları içindir ki bizim tatlısu “solcular”ı (!) hemen ve büyük bir sevinçle “yeni bir 68 isyanı geliyor” türünden lâf ebeliğine soyundular.
Bununla, Paris’te başlamamış olsa dahi orada hâd safhaya ulaşan ve Batı kültürünün kıstas ve değerlerini belirli ölçüde dönüştüren meşhur 1968 Mayıs’ı olaylarını kastediyorlar.
Oysa hayır, ikisi arasında asla ve asla böyle bir benzerlik yok!
YOK, zira kendi öznel arzularını yine nesnel gerçeklerin yerine koyan ve dolayısıyla bir defa daha çuvallayacak olan bizim tatlısu “solcular”ı için üzgünüm ama, hâlen Fransa’da yaşanmakta olan “kargaşa” kırkiki yıl önceki isyandan tamamen farklı bir güzergâh izliyor.
Bugün, “inayetli devlet”in devamı için iktisadi fakat ardıcıl bir talep dile getiriliyor.
Tüm patırtı Sarkozy’nin emeklilik yaşını altmıştan altmışikiye çıkartmasından kopuyor.
O halde doğru, hem yukarıdaki talebin ekonomik içeriğinden, hem de “Das Kapital” yazarının komünist ütopyayı tasvir ederken kullandığı “balık tutan avare adam” imajından yola çıkarak, şimdiki durumun Marksist kitaptaki teoriye kısmen uyduğu bile söylenebilir.
OYSA 1968’de durum külliyen farklıydı. Çünkü o “isyan” 2. Savaş sonrasında doğan aynı “inayetli devlet”in ilk kez böylesine üst seviyede bir refah sunmasından kaynaklanmıştı.
Yani kökeni yeni tür bir “ruhi sıkıntı”ya ve “varoluş arayışı”na uzanıyordu.
Nitekim 68 Mayısı elle tutulur ve dişe dokunur hiçbir iktisadi talep getirmedi.
Artı, tüm “kızıl” retoriğine rağmen de öz olarak her türlü siyasi hedeften yoksundu.
Bizim tatlısu “solcular”ı (!) elmalarla armutları yine karıştırıyor, 1968 asileri Marksist kitaba hiç mi hiç uymayan manevi ve kültürel, hatta metafizik bir başkaldırıdan yola çıktılar.
Her halükarda da yukarıdaki yeniliğin doğası itibariyle onlar ardıcılık değil öncüydü!
HALBUKİ 68’in aksine, şu an Fransa’da esen rüzgar Marksist dogmalara ne denli yakın gözükürse gözüksün, bu eylemler aslında tümüyle a-r-d-ı-c-ı-l’dır. Başarı şansı sıfırdır.
Burada benim Sarkozy’den günahım kadar hazetmemem ve Paris liderinin toplumsal mekanizmalara danışmadan emeklilik yaşını yükseltmesi yukarıdaki gerçeği değiştirmez.
Çünkü bütün ekonomik veriler ve bütün demografik istatistikler ortada duruyor.
Yakında Türkiye’de de olacağı gibi Avrupa’da ve Fransa’da nüfus yaşlanmaktadır.
Dolayısıyla da emeklilik sınırı yukarı çekilmediği takdirde, çalışanların finanse etmek zorunda kalacağı tekavüt sayısı giderek istihdam edilmiş olanların sayısına eşit olacaktır.
İşte zaten bu yüzden de, “altın otuzlar”daki iktisadi pırıltının bile sonunda, sosyalist iktidarın 1982 yılında bahşettiği “altmışında emeklilik” rüşvetini bugün değil Paris gibi ciddi sorunlar yaşayan bir başkent, az - çok bütçe denkleştirebilen diğerleri dahi ödeyememektedir.
O halde şu kesin: Doğan bebeği beşiğinden alıp onu mezara dek “koruyucu kolları” arasında ve refah içinde yaşatacak “inayetli devlet” ütopyası sona erdi. Defteri kapandı.
Bu proje kendini yeniden tanımlamak ve kendini yeniden yapılandırmak zorundadır.
Dolayısıyla da, teorik açıdan Marksist kitaba uygunmuş gibi gözükse bile Fransa’da esen “isyan rüzgarı” (!) bir kaşık suda kopartılmış fırtınadan başka bir şey değildir.
Pratik açıdan bakıldığında daha en baştan kaybedilmiş bir a-r-d-ı-c-ı-l muharebedir.
Zira gerçekler inatçıdır, ütopya bitmiştir ve hâlâ hayal peşinde koşan tatlısu “solcular”ına tek avuntu olarak, Karl Marx’ın tasvirindeki “balık tutan avare adam” imajı kalmıştır.
Paylaş