İki tezkere, tek maskara

İŞTE, 19 Ekim 2007 "tezkere"si TBMM’den geçti.

Oysa, 1 Mart 2003’de geçmemişti.

Yani, Irak Savaşı öncesi ABD’ye "operasyonel kolaylık" sağlanmasını; buna karşılık da Türkiye’ye bölgede "manevra marjı" tanınmasını öngören belge Meclis’te reddedilmişti.

* * *

"ABA altından sopa" hesabı, ben şimdiki "tezkere"ye ilke olarak karşı değilim.

Ama, ülkemin esenliği ve ulusumun mutluluğu için bütün kalbimle ümit ve temenni ediyorum ki, teori pratiğe geçmesin! İş "fiiliyat"a dökülmesin!

Çünkü aksi takdirde; hele hele muhtemel bir "pratik"in ölçüsü kaçtığı takdirde, sonuçlarını şimdiden kestiremeyeceğiz bir bádireye sürüklenmek rizikosu çok yüksektir.

Zaten böyle bir gelişme de PKK’nın hin ve hain tuzağına düşmek anlamına gelecektir.

* * *

ÖTE yandan, bugünkü "tezkere"nin "fiili uygulaması"na ne denli soğuk bakıyorsam, bunun tam tersine, 1 Mart 2003 "tezkere"sinin teorisine de, pratiğine de o denli sıcak durdum.

"Barışperestlik" histerisine ve "savaş kışkırtıcısı", "ABD uşağı", "vatan haini", "satılmış" küfürlerine rağmen sayısı sınırlı bir kaç kalemle birlikte, cereyana göğüs gerdim.

Söz konusu "tezkere"nin mutlaka onaylanması gerektiğini, aksi takdirde Türkiye’nin Kuzey Irak’ta "müdahil taraf" olamayacağını vurguladım, Son şansın kaçacağını söyledim.

Ama n’apim, milletin temsilcileri karşısında boynum kıldan ince, malûm, geçmedi.

* * *

DOLAYISIYLA, bunun hemen ertesinde ve kasten ironik bir "Artık Kuzey Irak mı?" başlığını attığım 5 Mart 2003 tarihli yazımda, yine ironik bir dille şu tahlili yaptım;

"Havada bulut, sen bunu unut, TBMM’nin ret kararından sonra Türkiye’nin yeni bölge oluşumlarında söz sahibi olmak hakkı ve şansı kalmamıştır (...)

"Mucize gerçekleşip savaş patlamasa bile Irak’ı mutlaka gasp edecek ve bölgeyi şekillendirecek olan ABD, Ankara’nın
’Kürt politikası’na artık izin vermeyecektir (...)

"Israr ettiğimiz takdirde de bu kez karşımıza peşmerge değil ’Coni’ çıkacaktır".

Dikkatinizi çekiyorum, bu makale daha savaş başlamadan önce yazılmıştı.

* * *

SONRA ertesi gün, "savaş kışkırtıcısı" ve "ABD uşağı" küfürlerine "hayalle gerçeği ve ütopyayla reelpolitiği karıştırmayalım" diye cevap verip, şöyle devam ettim:

"Vicdánen ve siyaseten reddettiğim bir savaş benim iradem dışında mukadder olduğuna göre, ülkemin çıkarları için ona ’’bulaşmam" gerekiyorsa, ’bulaşırım’.

Bu, şu an mevcut bölge ve dünya konjonktürünün dayattığı bir ’’
gerçek"tir!

Tuzu kuru olmayı ve ABD’ye yallah çekmeyi başta ben isterdim. Mümkün mü?

Sen hem
Apo’nun yakalanmasından Kopenhag Zirvesine, her başın sıkıştığında ’’yetiş Sam Amca" diye can yeleğine sarılacaksın, ama hem de faturaya yan çizeceksin".

Çizersen, o da bu kez önüne bezirgán faizli yeni fatura koyar. Hacizle ödetir.

Kaldı ki, sana "savaşa gir" diyen yok ve de Saddam’ın encamı üzerine vazife değil.

* * *

VE ne gariptir ki, Türkiye Irak’ta müdahil olsun diye 2003 "tezkere"sini savunan bizlere dün "vatan haini", "satılmış", "ABD uşağı" diyen küfürbazlar bugün de aynı kişiler.

Şu farkla ki, tekrar cereyana göğüs germek cesaretini göstererek şimdiki "tezkere"nin rizikolarına dikkat çektiğimiz için ve sanki hayat onları yalanlamamışmış gibi, hem kel, hem fodul hesabı, bu hazretler bizlere yine aynı küfürleri savuruyor ve yine aynı iftiraları atıyorlar.

Dolayısıyla, yahu "hainlik", ey "satılmışlık", ey "uşaklık", sizler hangi maskaralık sınırında pusu kuruyorsunuz?
Yazarın Tüm Yazıları