"ERGENEKON"da kimse kimseyi kandırmadı. Kimse ne faka bastı, ne oyuna geldi.
İdeolojik partönerler gönüllü biçimde ve bile bile ládes diyerek buluştular.
Yani şunu söylemek istiyorum ki, NATO tarafından ve anti-komünist bir gizli örgüt olarak kurulmuş olan "Gladyo"nun bugün Türkiye’de karşımıza yine gizli fakat "ulusalcı neo-ittihatçı" bir yapılanma olarak çıkması, herhangi bir kumpastan kaynaklanmıyor.
Dümeni elden kaçıranABD’nin bu defa da başka bir hinlik tasarlayıp "vatanseverleri ters istikámette kullandığı" yönündeki komplo teorileri asla gerçekle bağdaşmıyor.
"Ergenekon", sonsuz doğal bir evrimin yine sonsuz doğal sonucunu oluşturuyor.
* * *
OYSA tabii ki, ilk bakışta ortada muazzam çelişkiler varmış gibi gözüküyor.
Nasıl olur da, tüm söylemini "anti-Amerikancılık" üzerine inşa etmiş bir dizi şahıs ve kurum, bizzat o Amerika tarafından kızağa konulmuş bir örgütle birlikte anılabilirler?
Hele hele, bunlardan bazılarının geçmişte, "Gladyo"nunTürkiye ayağını oluşturan "Kontrgerilla" işkencesine maruz kaldıkları düşünülürse, bu birliktelik inanılmaz geliyor.
Üstelik, aynı "Gladyo-Kontrgerilla"nın kuruluş ideolojisi ve işlevi belli olduğuna göre, böylesine "sağcı" bir yapının "solcu" (!) kimliği ayyuka çıkmış kimselerle işbirliğine gitmesi; en azından "gönüldaşlık" kurması tahayyül edilebilir mi?
Evet, edilebilir ve soruların cevabını vermek için de ikili evrimi saptamak yeterlidir!
* * *
BİRİNCİ evrim, gizli örgütün Türkiye ayağıyla ilintilidir. Çünkü "Gladyo" Soğuk Savaş nihayetiyle birlikte Avrupa’da tasfiye edilirken, bu, ülkemizde gerçekleştirilmedi.
Hem PKK’yla mücadelenin sürmesinden; hem de bilhassa, "derin devlet" denilen tabunun dokunulmazlığından dolayı, bizdeki yapılanma "organik sürekliliğini" korudu.
"Organik süreklilik" derken, "çekirdek kadro" dahil bünyedeki elemanların zaman içinde yenilendiğini, fakat mekanizmanın aynen kaldığını vurgulamak istiyorum.
İşte, gerek yukarıdaki devr-i daim, gerekse de komünizmin çökmesi, kendi misyon vehmini devam ettirebilmesi için Türkiye "Gladyo"suna bir "fikrideğişim" dayattı.
"İç düşman" üzerine kurulmuş yapının yeni iç düşmanlar üretmesi zorunlu hale geldi.
Ve, işkenceye yatırdığı vakitler dahi aslında daima totaliter olan bir kesim "sol" (!) hemen, "ulusalcı neo-ittihatçı" ideoloji aracılığıyla ona böyle bir "iç düşman"ıişaretledi.
Dolayısıyla, yerli "Gladyo"ya zaten belirleyen ve her iki durumda da yine totaliterlik arzeden "ultra milliyetçi" söylem, illá örgütsel değilse bile "manevi" bir yakınlıkdoğurdu.
İşte, Soğuk Savaş "Kontrgerilla"sını şimdiki "Ergenekon"a taşıyan ilk evrim budur.
* * *
İKİNCİ evrim, "Duvar"ın çökmesinden sonra bütün hezeyanları yıkılan ve Marksist ciláya rağmen hep "öteki" düşmanı kalmış olan yukarıdaki "sol"un (!) nihai çare olarak, bu düşmanlığı zirveye vardıran o "ulusalcı neo-ittihatçı" ideolojiye sarılmasıyla başladı.
En ufak bir demokrasi inancı taşımadığı için o "sol" (!), alenen darbe kışkırtmak ve en uç şovenliği ve ırkçılığı gıdıklamak dahil, tüm evrensel değerlerin iğfal etmekten çekinmedi.
Dün "faşizme ölüm" diye bağıranlar bugün en daniska faşizme övgü düzer; dün Apo’nun elini öpüp federasyon isteyenler bugün Kürtçeyi bile reddeder; dün TSK’yı kastederek "Kıbrıs’a hürriyet" diyenler bugün "Ada satılıyor" vaveylası kopartır oldular.
Yani, nasıl ki dünya değişimi misyon áczine düşen Türk "Gladyo"sunu yeni düşman ve müttefik aramaya itti, aynı ácz malûm "sol"u (!) da böyle bir viraja soktu. Ve, buluştular!
Artı, tabii ki esas saf değiştirip ceberrut özüne dönen taraf bu son kesim oldu.
Dolayısıyla "Ergenekon" son tahlilde, illá örgütsel olmayan bir buluşma arenasında, iki totaliter ruhun ve iki otoriter projenin gönüllü biçimde ayniyet kandığı en zirve noktadır.