Guy d’Arezzo Meydanı’na ve birbirleriyle karşı karşıya iki kocca heykel dikmişler. Geçen sene orada olmadıklarına göre demek ki yeni sayılırlar. Hazdan büyülendim, heyecandan titredim ve estetikten kamaştım!
ÜÇ metre yükseklikleri ayağa kalktıkları varsayıldığı takdirde iki misline çıkacak olan bu heykellerden biri çömelmiş, diğeri ise eğilmiş vaziyette iki sumo güreşçisini tasvir ediyor. Şu meşhur Japon sporunu kastediyorum. Hani balina filetosu bifteğiyle semirtilmiş dev cüsseli adamların kısacık bir süre birbirleriyle kapıştığı ve uzaktan uzağa da bizim yağlı güreşi andıran Asya adası idmanı vardır ya, işte eserlerin yaratıcısı olan Fransız hanım bu sportif dalın pehlivanlarına form vermiş.
MESAFE olarak objeler arasında hayli geniş bir park sathı bulunuyor. Yukarıda ise kafesten kaçıp her nasılsa Belçika başkentinin hazin iklimine alışmış Afrika papağanlarının yıllardır yuva yaptığı yüksek kestane ağaçları yer alıyor. Fakat yine de pozisyona geçmiş iki heyula heykel sanki hakemin işaretini bekliyorlar. Gong vurduğu an atağa geçecekler de rakibe el ense çekecekler. Tekrarlıyorum, hazdan büyülendim, heyecandan titredim ve estetikten kamaştım.
MÜZİK teorisyeni bir Ortacağ keşişinin adını taşıyan ve benim Brüksel yıllarımdaki mahalleme de nispeten yakın olan bu Arezzo Meydanı şehrin şıkıdım bir semtinde yer alır. Zaten alana bakan ve sol pencerelerinden iki heykeli de gören Türkiye Büyükelçiliği resmi konutu başta, bazı sefarethane ve konsolosluklar yukarıdaki mıntıkaya yerleşmişlerdir. Artı, bütün çevre ya çok kunt ve çok ağırbaşlı yapılarla, ya da Belçikalıların “üstat evi” tabir ettiği cinsten ve konak yavrusunu andıran burjuva malikâneleriyle donanmıştır. Her halükarda, dekor deyimin tam anlamıyla sonsuz bir “derin Avrupa’dır”!
KABUL, bahar vakti aşk çığlıkları duyulan o kaçak Afrika papağanlarını ve akşam vakti sancak indirimi yapılan o elçilik bayraklarını hariç tutalım. Fakat bunların dışındaki her şey inanılmaz ölçüde Kıta’nın batısıyla özdeşleşir. Bırakın Japon güreşlerini ve sumo pehlivanlarını falan, son tahlilde yine Avrupa olan Tuna coğrafyasını bile hatırlatacak bir alamete, bir mimariye, bir çağrışıma dahi rastlanmaz. İşin özü, Brüksel’in kentsoylu, hatta asil bir Arezzo Meydanı’yla Tokyo’nun popüler, hatta avam bir “honbaşo” stadını uzlaştıracak görsel ve duygusal hiçbir bağ mevcut değildir!
İNTERNETE girdim ve mahalle gazeteleri dâhil bütün Belçika medyasını taradım. Yukarıdaki çelişkiden dolayı acaba o sumo heykellerini “ucube” diye sıfatlandırmış bir devlet adamı, bir siyaset erbabı, bir yerel yönetici; ne bileyim ben bir belediye encümeni üyesi, hatta belki bir sanat uzmanı falan çıkmış mı diye akla karayı seçtim. Yok, yok, yok! Tek bir Allah’ın kulu bile mini minnacık bir eleştiri dahi getirmemiş. Aksine, övgüden geçilmiyor. Mahalle sakinlerinin methiyesi bitmiyor. Ahali de benim gibi hazdan büyülenmiş, heyecandan titremiş ve estetikten kamaşmış.
O estetik ki hem beş hissi de kapsayan bir adap terbiyesidir, hem bir usul kültürüdür. Uzun bir süreçte, önyargısız bir zihinde, geniş bir ufukta ve ciddi bir disiplinde oluşur. Estetik insan beynine gökten zembille, sumo heykeli de Brüksel parkına ayetle inmez! Umarım ki ne demek istediğimi anlatabilmişimdir.