16 Temmuz 1912’de gerçekleşen "Halaskár Zabitan" eylemi tarihimizde bir t-e-k’tir. Eşi, emsáli yoktur. Çok sıradandışılıkları tanımlayan türden bir "sui generis" olaydır.
Çünkü, şimdikilerin tam aksine, o tarihte kışla bizzat kışlaya karşı "darbe" yapmıştır.
Ordu ilk ve son defa, kılıcını sivil ve legalist bir yönetimden yana atmıştır.
Şöyle ki, İttihatçı sultayı reddeden bir grup subay, "kanûniyetin tekrar iáde-i itibar kazanması" ve "cihet-i askeriyenin siyasetten çekilmesi" için bir "láhika" yayınlamıştır.
Bunun üzerine de, geri plandaki ipleri "komita" tarafından çekilen ve kaypaklığıyla ün salmış Mehmet Sait Paşa istifa etmiş ve Ahmet Muhtar Paşa kabinesi kurulmuştur.
* * *
İMDİİ, malûm, şimdiki "ulusalcı neo-ittihatçı"lar Türkiye demokratlarına kara çalmak için tarihi açıkça tahrif ediyor ve dün belirttiğim gibi, onların "manevi babası" sayılabilecek Prens Sabahaddin’in 31 Mart ayaklanmasına destek verdiğini uyduruyorlar.
Yetmiyor, "liberallerin darbe karşıtlığı yalandır. İşlerine gelirse arka çıkarlar" diyebilmek için, Prens’e yönelik suçlamayı "Halaskár Zabitan"a da uzandırıyorlar.
Peki, iddia doğru mu ve de Mehmet Sabahaddin Bey eylemin içinde yer aldı mı?
* * *
BURADA kesin bir "hayır" veya "evet" cevabı veremeyeceğim. Verilemez de!
Gün ışığına çıkmış belgeler soruya mutlak yanıt getirmiyor. Gölgeleri aydınlatmıyor.
Ama farketmez, işte bahşettim gitti! Ben "ulusalcı - neo-ittihatçı" iddiayı baştan kabulleniyorum. Prens’in "darbe"yi fikren ve manen desteklediği tezine itiraz etmiyorum.
Çünkü, öyle olması gerekirdi! Gerekiyordu ve de tersi özgürlükçülüğe zıt düşerdi.
Zira, cumartesi günü yazdığım gibi, demokratların mevcut şartları yok sayıp her türlü müdahaleye "ilke" olarak karşı çıkacağına dair bir kuralyoktur! Asla da olmamıştır.
Ve de zaten sorarım, 16 Temmuz 1912 arifesinde İmparatorluk’taki o şartlar nasıldır?
* * *
İKTİDARI fiilen yönetmesine rağmen İttihat ve Terakki hálá meçhûl bir "komita"dır
Meşrutiyet’ten dört yıl sonra dahi kongrelerini gizli kongre topladığı için halk arasında hem "ricál-i gayp" diye hicvedilmektedir, hem de bu kimliğiyle o halka korku salmaktadır.
Ezici çoğunluğu asker olan kadroları aracılığıyla tüm dizginleri elinde tutmaktadır.
Artı, 18 Ocak ültimatomuyla irade-i senniye çıkarttırtmış ve Meslis-i feshetmiştir.
Tarihimize "sopalı seçim" diye geçecek yeni oylamada ise öyle zorbalık uygulamıştır ki, Kuzey Kore hiç kalır, 275 mebustan tam 269’unu İttihatçı etiketle Babıáli’ye göndermiştir.
Zaten de, "seçim"in (!) hemen ertesinde en küçük muhalif sesi dahi yasaklamıştır.
Tabii bu arada, 31 Mart’tan beri aralıksız süren sıkıyönetim devam etmektedir.
İşte, "Halaskár Zabitan" grubu "kanûniyetin iáde-i itibar kazanması" ve "cihet-i askeriyenin siyasetten çekilmesi" için "muhtıra" verdiğinde, "şerait" aynen böyledir!
* * *
PEKİİ, bu durumda, başta Prens Sabahaddin, demokratlardan ne beklenirdi ki?
Onların, yukarıdaki "sopalı seçim"i ve emir eri Sait Paşa’yı "meşrû"; ama askerden bizzat askere karşı bir sivillik uyarısı olsa bile, sırf kışladan kaynaklandığı gerekçesiyle, "láhika"nın "gayr-ı meşrû bir darbe" olduğu sonucuna mı varmaları gerekirdi?
Daha neler! Hangi "meşruiyet"ten (!) söz ediyoruz? İttihatçı silahşörlerin açık açık insan katlettiği bir rejimi mi "legal" (!) addediyoruz? Despotizmi mi "resmi" (!) sayıyoruz?
Tabii ki başta yine Prens olmak üzere, özgürlükçülerin "Halaskár Zabitan" grubunu desteklemesi gerekirdi ki, bunun adına "darbecilik" değil aksine "anti-darbecilik" denir!
Ah ah, tarihi tahrif ederken bári biraz doğrusunu öğrenseler de, özgürlükçü demokratların alnında "enayi" yazmadığını artık anlasalar!