İŞTE geçen pazar kaldığım yerden devam ediyorum, iğne atsan yere düşmediğinde, hatun ve herifçioğlu, açıldığı günden beri müdavimi olduğum o yarı şıkıdım, yarı bohem lokantada burnumun dibine oturdular.
'Hatun' ve 'herifçioğlu' demenin nedeni şu ki, daha mekana ilk girdikleri andan itibaren kendilerine karşı müthiş antipati duydum.
Dış görünümlerinden, hal ve oluş tarzlarından, edalarından ötürü...
*
OYSA benim önyargım yoktur. Semere bakıp eşek hakkında karar vermem.
Fakat belki kaçın kurrası olduğumdan; belki 'insan sarraflığı'nda Kapalıçarşı kuyumcularına taş çıkartacak bir melekeyle donandığımdan; belki de, hayatında çok zor vartalar atlatmış kişiler için mecazi anlamda kullanılan 'çölü katetmiş olmak' deyimi geride bıraktığım tecrübelerle tam uyuştuğundan, burada derhal anladım ki, lokantaya giren eşekler hakkında yanılmadım ve yanılmayacağım.
Dolayısıyla, semerlerden başlayayım.
Ama antrparantez hemen şunu da ekleyeyim ki, onların tasvirinde belki Frenk kökenli kelimeler kullanmak zorunda kalırım ve bunu sakın ukalalığıma yormayın.
Göçebe uygarlığı kökenli ataerkil bir dilin, yerleşik modernitenin her biçimselliğini ve her ruhsallığını yansıtabileceğine dair bir kural yok ve de olamaz!
*
EFENDİM, hatun ve herifçioğlunun her ikisi de 'egzantrik' tabir edilen cinsten, yani dış görünümleriyle illa göze batmak isteyen bir tarz sergiliyorlardı.
Geceye, üstelik mekan ışıklarının sönüklüğüne rağmen, kadın, 'markayım' (!) diye sırıtan ve 'dizayn'ı pek bir alengirli olan güneş gözlüklerini asla çıkartmadı.
Herhangi bir göz rahatsızlığından falan değil, 'havası' öyle gerektirdiği için...
Zaten masaya, şekli şemali gayet garip fakat sonsuz sıfırlı faturayla ödendiği zerre şüphe götürmeyen bir kürk mantoyla arz-ı endam eyledi.
Bitişiğe oturduklarında ise boynuna bağlamış olduğu rengarenk eşarbın da yine çok meşhur bir 'marka etiketi' taşıdığını gördüm.
Kıymetli kürkünü hiç omuzlarından çıkartmadığı için tayyörümtırak bir şey olduğunu tahmin ettiğim diğer giysi hakkında tam bir fikrim yok...
Ama, yine yanıma çöktüklerinde, hem boynunda 'hintvari' işlenmiş koca bir altın kolye olduğunu, hem de sırf serçe parmağını kapkara ojeyle boyadığını fark ettim
Diyelim kırk - kırk beş, hadi estetik gerdan çektirmelerden anlamadığım için belki biraz daha yaşlıydı.
*
MUHTEMELEN boyadığı saçlarına rağmen kabaklık bir epey ilerleme kaydettiği için nüfus kağıdının hatundan biraz daha sararmış olduğunu düşündüğüm herifçioğlu ise daha ilk anda şu özelliğiyle dikkat çekiyordu.
Sanki en az iki aydır Florida güneşinden birazcık gölgeye kaçmamıştır...
O yarı kabak kafadan çok bakımlı tırnak uçlarına kadar tamamen marsık teni...
Beynimde derhal, böylesine yanabilmek için günde kaç saatini saunanın lamba seansı altında harcadığı ve bu seansların da kaç para tuttuğu sorusu belirdi.
Sonra soruyu gayet anlamsız buldum ve kendi kendime kızdım.
Çünkü, bu 'marka' bir trençkotun eteğini paspas niyetine yerde sürükleyerek masaya yürüyen; bu 'hotkutür' kadife takım elbisenin üzerine kocca şarap kadehini bocalamaya aldırmayan; çerçevesi bile elmaslı bu 'sinye' saati bileğinden çıkartıp fütursuzca tabağın yanına bırakmaktan korkmayan bir herifçioğu için sauna lambası altında yanık ten edinme seansının hesabı mı olur?
İşte şimdi, benim ve refakatçimin bulunduğu masanın bitişiğine oturdular.
*
OTURDULAR da, yine parantez açarak birkaç şey eklemem gerekiyor.
Sakın, 'kedi ulaşamadığı ciğere murdar dermiş' misali, hatunla herifçioğlunun tasvirinde onların 'krantalığını' vurgulamamın, benim kendilerine karşı duyduğum bir 'kıskançlık'tan (!) veya buna 'ideolojik' (!) kılıf uydurarak, gizliden gizliye bir 'servet düşmanlığı' yapmamdan kaynaklandığını düşünmeyin.
Haşa ve dediğim gibi, en cehennemi ve en münzevi 'çölü katetmiş' bir insan olarak, böylesine ilkel ve böylesine ahmak dürtüleri mezara gömüp üzerine okkayla def-i hacet eyleyeli çoook oldu.
Üstelik, hatunla herifçioğluna beslediğim antipatinin kökeni ne onların bana göre yersiz ve zevksiz bir 'zenginlik' sergilemesine; ne de dış görünümde 'egzantrik' manzara sunmalarının beni fazlasıyla rahatsız etmesine uzanıyor.
Tersine, tam 'egzantriklik' değilse bile 'dandilik' tabir edilen cinsten, yani ne bileyim ben, örneğin kırmızı kaşkolu fularımsı bağlamaktan pejmürde blucin altına süper gıcır 'loaffer' mokasen giymeye, dozu iyi ayarlanan ve 'öteki'nden farklılığın altını çizen gustolu bir hal ve oluş tarzı benim de çok hoşuma gider.
Zaten de öyle 'züppe' (!) müppe laflarına aldırmadan bunu bizzat uygularım.
Ancak, lokantada burnumun dibine çöken hatun ve herifçioğlunun yukarıdaki varoluşla zerre ilgisi yoktu ve konuşmalarını duymaya başladığım andan itibaren de, 'insan sarraflığı'nda ne denli maharet sahibi olduğumu tekrar anladım.
Ama işte yine yer bitti ve o konuşmalar gelecek pazara kaldı.