TEKER teker anlaşılsın diye, önce uzuncana bir alıntıyla başlayacağım:
"Sorunun (Kürt) sosyal boyutu eskidir. Aslında Türkiye’nin bunu o boyuttayken görmesi ve doğru okuması gerekirdi. Ancak, maalesef yapılamadığını görüyoruz. (?)
Sorunun sosyal boyutu?
Bu açıdan, o aşamada sorunun ’kendini ifade’ olarak tarif edildiğini görüyoruz.
Dilini konuşmak; şarkısını, türküsünü söylemek ve dinlemek; kültürünü yaşamak istiyor".
* * *
"OYSAbizler o dönemde ’Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz."
Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz.
Ortalıkta, işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıkarttığı için Kürt denilmiştir diye tarifler dolaşıyor.
O dönemde, sosyal istekleri bile biz ’yıkıcı faaliyet’ olarak görüyoruz.
Bu durum da iki noktayı gösteriyor: Bir; biz olayın sosyal yönünü görmemiş, dolayısıyla da sorunu zamanında görememişiz. İki; Bir asimilasyon olmamış.
Bunlar önemli tesbitler!"
* * *
HAYIR, yağma yok efendim! Bu defa bana yine o rezil, o balçık, o pespaye "bölücü", "satılmış", "Sevr yandaşı" veya "vatan haini" çamurlarını sıçratamazsınız.
Çünkü, okuduğunuz satırların tek bir kelimesi dahi benim ağzımdan çıkmadı.
Fakat doğru, aynı satırların altına derhal imzamı atarım. Atmaya hazırım. Attım bile!
Zaten, yaklaşık çeyrek yüzyıldır da hemen hemen hep aynı şeyleri yazıp çiziyorum.
Ama yine de, yukarıdaki saptamaları ben değil emekli Orgeneral Aytaç Yalman yaptı.
Hepsi, cumartesi günkü "Milliyet"te Fikret Bilá’ya vermiş olduğu mülákatta yer aldı.
Ve tabii ki, burada biraz durmak gerekiyor.
* * *
ÖYLE, çünkü emekli Orgeneral lálettayin bir kişi değil! Sıradan bir asker de değil!
İlkin Jandarma Genel Komutanlığı, sonra da Kara Kuvvetleri Komutanlığı gibi en üst görevleri ifá etmiş bir rütbeli ki, bunlar dünyanın her ordusunda zirve anlamına gelir.
Üstelik, Yalman, oralardaki konumu gereği PKK’ya karşı ilk safta mücadele yürüttü.
Aynı konumundan dolayı da, Kürt sorununun ıcığına cıcığına vakıf olacak bilgi edindi.
Ve daha üstelik, eski rivayetlerde Kara Kuvvetleri Komutanı hep "şahinlerin şahini";yani "cihet-i askeriye" içinde dahi Kürt sorununaen katıyaklaşankomutan olarak sunuldu.
Her halükárda, yine Bilá’dan öğrendiğimize göre, ölen askerlerimiz için "Şehitler Oratoryosu"na libretto yazacacak kadar va-tan-per-ver olan Orgeneral Aytaç Yalman’a "bölücü" diye çirkef atabilecek bedbaht, umalım ki henüz anasının karnından doğmamıştır.
* * *
PEKİ, bizi hedef gösteren o iğrenç, o rezil, o alçak iftiralar n’olucak?
Üniformasız siviliz diye hep okka altına mı gideceğiz? Hep vurun abalıya mı olacak?
Bugün Yalman’ın ifade ettiği nesnel ve somutsaptamaları a-y-n-e-n ve üstelik çeyrek yüzyıldır ısrarla söylediğimiz için bizlere küfür savuranlar; dava açanlar; mahpusa tıkanlar; háttá kurşun sıkanlar, Orgeneral’in gerçekten t-a-r-i-h-i tespitleri karşısında ne diyecekler?
Yoksa yine, "Kürtler, Türklerin koludur ve kelime karda yürürken çıkan kart-kurt sesinden türemiştir" diye, ezelden beri beynimizi yıkayan mavalı mı tekrarlayacaklar?
Eğer öyleyse, o halde, dürüst ve açıkyürekli Orgeneral’in bu tarihi açıklamasındaki en ha-ya-ti noktadan, yani "bizler, Kürt yoktur diye eğitilmişiz" itiráfından yola çıkacağım.
Dolayısıyla da, Kürt sorunun özünde bir "Türk sorunu" olduğunu yarın işleyeceğim.