RADYO günleri çocukluğumda İngiltere haberi veren ajans spikeri "avam" veya "lordlar kamarası" mı dedi, yüreğim pırpır ederdi. Sihir "kamara" sözcüğünde yatardı.
Çünkü, hemen bütün deniz terminolojisi gibi Türkçeye yine İtalyancadan girmiş olan bu kelime benim küçük dünyamda vapur kamarasıyla özdeşleşirdi.
Dolayısıyla, lumbozdan dışarı yakamoz seyredeceğim yolculuk hayalleri kurardım.
Sanki Karaköy’de gemiye biniyormuşum da Portsmouth rıhtımına adım atıyormuşum.
* * *
DEYİMLERİN anlamına az - çok vakıf olmam 27 Mayıs darbesi sonrasına uzanır.
Biraz el yordamı, biraz da sorgu sual, "avam kamarası"nın zaten bildik meclise; "lordlar kamarası"nın ise 1961 Anayasası’yla yerleşen senatoya tekabül ettiğini öğrendim.
Zaten de ben burada bu sonuncusuna değineceğim.
Zira, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın yaptığı öneriyi sonuna kadar destekliyorum.
Çünkü Türkiye, sistemin sağlıklı çalışabilmesi için mutlaka senatoya ihtiyaç duyuyor.
Yani látife olsun diye diyelim ki, ben "lord"u da olan bir demokrasiyi benimsiyorum.
* * *
ESKİ Roma’ya uzandığı için aslı "senatus" olan bu sözcük de Latince kökenden iner.
Ve, işte tam burada da kelime etimolojisi üzerinde bilhassa durmak gerekiyor!
Söz konusu terim "ihtiyar" anlamına gelen "senex"ten türemiştir.
Başka bir deyişle, köylerdeki "ihtiyar meclisleri" gibi, Çizme Yarımadası’ndaki senato da bir "ákil adamlar" forumu; bir "bilgeler arenası" olarak doğmuştur.
Dolayısıyla, teorik olarak, o kuruma mensup senatörlerin tecrübelilik, oturaklılık, ahláklılık, soğukkanlılık, uzak görüşlülük gibi erdemlerle donanmış olacağı varsayılmıştır.
Her halükárda da, böylesine bir yapı demokrasinin nüvelerini barındırmıştır.
Zira, yine teorik olarak, Roma senatosu ve sonrakiler, mutlakçılığa ve despotizme karşı bir baraj; hiç olmazsa bir fren işlevi görmeleri iradesi ve azmiyle kızağa konulmuşlardır.
O sonrakiler ki, bazı Avrupa krallıklarında farklı isimler altında varlık sürdürmüştür.
* * *
FAKAT doğru, ne Roma’da, ne de yukarıdaki "devr-i sabık" krallıklarında mevcut olmuş olan senatolar veya benzerleri, bugün kullandığımız anlamda demokratik sayılabilirler.
Bir; yaptırım yetkileri son derece sınırlı, háttá çoğu defa sıfır olduğu ve genelde birer "danışma meclisi"nden öte işlev edinemedikleri için sayılamazlar.
Fakat bilhassa iki; senatörler soyluluk, zenginlik, kahramanlık ve özellikle de toprak mülkiyeti kıstaslarına göre atandıklarıiçin çağdaşdemokrasi anlayışına ters düşerler.
Nitekim, kademeli olarak modern demokrasiye geçilirken dahi, genel oyla seçilenlerin meclisi "aşağı", atamayla belirlenenlerinki ise "üst" sıfatıyla unvanlandırılmıştır.
Zaten, 1876 Kánun-i Esási’si bizde de aynı uygulamayı getirmiştir.
Seçilmiş Meclis-i Mebusan’ın yanında, saptanmış üyelerin yer aldığı Áyan Meclisi diğer kurumu oluşturmuştur.
Bu takdirde şu sonuca varmamız gerekir.
* * *
EVET, İngiliz "lordlar kamarası" hariç artık her yerde oylamayla belirlenseler dahi, sayısız demokraside hálen de mevcut olan ve zaten o demokrasileri "oturaklı" kılmaları için sisteme kasten dahil edilen senatolar, bugün bile nispeten "seçkinci" bir karakter arz ederler.
Rejimin ve mekanizmasının işleyişinde bir "ağırbaşlı denetimcilik" işlevi görürler.
Ve işte, Türkiye’nin de böylesine seçkinci ve denetimci bir senatoya ihtiyacı var!
Aksi takdirde, benim çocukken yaptığım gibi, meclis kamarasını vapur kamarası sanan o Türkiye hızla uzaklaşan demokrasi rıhtımını lumbozdan aval aval seyretmeyi sürdürecek.