DÜN dediğim gibi, ‘vur deyince öldüren’ Avrupa Parlamentosu Brüksel’deki o dev merkez binasında cigara içmeyi tamamen ve külliyen yasaklamış.
İşte bu yüzden, ‘Abant Platformu’nun haftasonu aynı yerde ‘Kültür, Kimlik, Din’ teması etrafında topladığı sempozyuma katılan tiryakiler, kendilerine mekán arayıp durdular.
Müptelálıkta birbirlerimizle yarışan bizler, yani Gülay Göktürk, Ali Bulaç, Cengiz Çandar ve ben, mola verildiği an, pır, soluğu ‘dış kapının mandalı’ mıntıkada aldık.
Güneşe rağmen ayazın titrettiği ana giriş kapısına gedikli nöbetçi kesildik.
Bu arada, tütün kölesi olmasa dahi Nilüfer Göle’yi de metazori yanımıza katıyoruz.
Çünkü malûm, 17 Aralık kararına ramak kala bütün mesele Fransa’da odaklanıyor.
Eh, biz gazeteci taifesi de izmaritten izmarit yakarken ‘Türkiye’yi kurtarmak’ (!) sevdasındayız ya, dolayısıyla, Paris’in Sorbonne Üniversitesi’nde ders veren Göle’yi ‘sigaya çekerek’, onun altıgen ülke hakkındaki son değerlendirmelerini öğreneceğiz.
* * *
SEVGİLİ arkadaşım Nilüfer’in fikirleri kendine, işte ‘nihai karar’a tam bir hafta kala, şu sıra ortada kopan tüm patırtıya rağmen ben hálá kesin iyimserliğimi koruyorum.
Fakat, madem ki 17 Aralık’tan sekiz gün öncesinde bile yine her şey dönüp dolaşıp o Fransa’ya geliyor, mevcut verileri burada tekrardan özetleyeceğim.
* * *
BİR; Moliere’vári güldürülerini geçelim, Doğu ve Merkezi Avrupa’dan farklı olarak Fransızların ‘kolektif hafızası’nda bir ‘Türk geliyor’ kábusu yoktur ve de olmamıştır.
Müslüman kimlikli ‘öteki’ esas olarak Voltaire dilinde mecázi çağrışım da yapan ‘Maure’ kelimesiyleözdeşleşir ki,Ortaçağ Endülüs Araplarını yansıtır.
Dolayısıyla, Fransa’da ruhi bir ‘anti Türk’ refleks ne mazide, ne de şimdi mevcuttur.
* * *
İKİ;fakat ‘sokaktaki adam’ın bir ‘Müslüman endişesi’ olduğu doğrudur!
Bu, hem Mağribi Afrika’daki sömürgeci geçmişten; hem de bilhassa, aynı coğrafyadan Fransa’ya milyonlarca göçerek ‘gettolaşan’ ve Ali kıran, baş kesen eşkıyalıktan dolayı o ‘sokaktaki adam’a ‘illállah’ dedirten bir ‘Arabi muhacir imajı’ndan kaynaklanmaktadır.
Yukarıdakinin yanında solda sıfır kalsa bile, bizim ‘gurbetçi’lerimizin uyumsuzluğu da buna eklenince, yine Fransızca’da ‘amalgam’ denilen‘karıştırma’nın doğduğu vakıadır.
Üstelik, 11 Eylül’den beri, sırf Hıristiyan değil, İslam olmayan bütün toplumlarda Müslümanlardan ‘kaygı duyulduğu’ da diğer bir vakıadır.
* * *
ÜÇ; ucuz hesap peşinde koşan Fransız politikacılar bu iki sosyo-psikolojik olguya ek olarak, Jakoben gelenek ülkesindeki ‘benmerkezci’ ulus devlet dürtüsünü ‘gıdıklıyorlar’.
Cuk oturdu, ‘AB Anayasası’ ve ‘sosyal Avrupa’ mazeretlerine Türkiye’yi de katıp, Paris’in eskisi kadar ‘dediğim dedik’ davranamayacağı bir Brüksel’e ‘taş koyuyorlar’.
Kaldı ki, bir ‘küçük burjuvalar diyarı’ olanFransa’da Topluluk genişlemesinin; hele hele Ankara’yla genişlemenin ‘cüzdanda kaça patlayacağı’ çok önemli yer tutuyor.
Eh, peki?
* * *
PEKİSİ şu ki, her şeye rağmen evrensel bir ‘özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ sloganının vatanı olan Fransa’nın 17 Aralık günü gelip çattığında, tamamen ‘dahili’ ve konjonktürel nedenlere dayanan bütün bu faktörleri elinin tersiyle iteceğine inanıyor ve güveniyorum.
Yanılıyor muyum?
Sanmıyorum ama, o takdirde bana kapkara tütün bir ‘Gitanes’ cigarası uzatıp, ‘hadi bakalım, şimdi şu mendebur ziftten yakıver’ demek hakkınızın doğacağını kabulleniyorum.