FRANSA’nın ufuk ve siyaset çapsızlığı bizde ister istemez son "Ermeni tasarısı"yla gündeme geldi ya, aslında bu ülkedeki genel çapsızlık dünyanın da hiç gözünden kaçmıyor.
Hafta sekiz gün, gün dokuz, başta Anglo-Sakson medya, Batı basını Paris başkentli ülkeyi "Avrupa’nın hasta adamı" türünden yorumlarla değerlendiriyor.
"Etno-milliyetçi" hezeyan ve çelişkilere ek olarak, hangi eğilimden olursa olsun, yaklaşan başkanlık seçimlerindeki "favori" (!) adayların kimliği ve onların belden aşağı vuruş tarzları belirginleştikçe, o Avrupa’yı endişe, háttá korku kaplıyor. Dolayısıyla, ben de bugün ve yarın "Fransız buhranı" konusunu irdeleyeceğim.
* * *
BAZI tarihçiler Fransa’nın "gerileme sürecini"ni tá 1870 Savaşı’na uzandırırlar.
O savaş ki, hasım kuvvetleri önüne katan Prusya ordularının Paris’i zaptetmesinden sonra, Bismarck’ın yeni Alman İmparatorluğu’nu söz konusu Fransa’nın en sembolik mekánında, yani Versailles Sarayı’nın "Aynalı Salon"unda ilán etmesiyle noktalanmıştır.
Zaten ben kendi hesabıma, bir imparatorluğun başka bir imparatorluğun göbeğinde ve yüreğinde "resmileştirildiği" diğer bir örnek bilmiyorum.
* * *
DİĞER bazı tarihçilere göre ise Fransa’nın "iniş trendi"niyukarıdaki hezimetten ziyade 1. Harp dönemecine oturtmak gerekir.
Bu bakış açısı, bozgundan sonra Avrupa’da "alçak profil" davranmak zorunda kalsa bile, artık denizaşırı sömürgelere yönelen Paris’in 1870 ertesi kendisini toparladığı tezini işler.
"Esas düşüş"ü de, kağıt üzerinde kazanılmış "zafer"e rağmen dört yıl boyunca ülkeyi madden, manen ve ruhen kanatan ve yarı argotik sözü tersine çevirerek "mağlûp sayılır bu yolda galip" diye açıklayabileceğimiz 1914-1918 kıyametiyle başlatır.
Yukarıdaki teze ben de tamamen katılıyorum.
* * *
TAMAMEN katılıyorum, çünkü modern zamanlar tarihindeki en hayati dönüm noktasını oluşturan 1. Harp sırf Fransa için değil, Britanya İmparatorluğu dahil tüm Yaşlı Kıta için "sonun başlangıcı" oldu.
Eski Dünya defteri tá o zaman kapandı ve Yeni Dünya defteri o tá zaman açıldı.
Zaten de, 2. Savaş, tam bitmemiş olan birincinin devamı ve onun tamamlanmasıdır.
İşte bu yüzden, Paris’in 1945 ertesinde; yani ABD-SSCB kutuplaşmasıyla birlikte "gerilemeye başladığı" yönündeki üçüncü tezin hiçbir iler tutarı tarafı bulunmuyor.
Avrupa’nın, dolayısıyla Fransa’nın "büyüklük"ü daha 1918’de bitmişti ama tarihi virajlar şıp diye saptanamadığından, "sonun sonu" artık ayan beyan göz çıkartıncaya kadar durum bir nezbe idare edilebildi.
* * *
VE, káh Büyük Devrim’in vatanı", káh "büyük aydınlanmanın lisánı", káh da "büyük burunlu generalin egosu" temaları etrafında siyaset ve mitoloji üretmeyi sürdüren Fransa, o "sonun sonu"nu saptamak gerçekçiliğini diğerlerinden de uzun süre erteledi.
Örneğin, kendisininkinden çok daha devasa bir sömürge imparatorluğuna sahip olan Britanya o imparatorluğu hemen hiç kan dökmeden tasfiye etmeyi becerdi.
Ama buna karşılık, Hindiçin ve Cezayir, inatçı gerçeğe direnmek isteyen Paris hem kanlı ve uzun savaşlara sürüklendi; hem de başkentin göbeğinde Mağribi katliamından isyancı generallerin darbe girişimine, cumhuriyetçiliğe ve aydınlanmacılığı zıt maceralara sahne oldu.
"Küçüldüğü" gerçeğini reddeden Fransa kendi dilinde yer alan deyimle "büyüklük deliliği"ni sürdürdü ve böylesine bir inkárcılık onu daha çok küçülttü.
Giderek de daha çok küçültüyor ki, bu konuyu yarın işleyeceğim.