İLKİN, Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önceki gün gerçekleşen birinci turundan tek ve kesin bir galip çıktı:
Demokratik refleks! Yahut, yurttaş bilinci!
Bununla katılım oranının yüzde 85 gibi bir rekor seviyeye ulaşmasını kastediyorum.
* * *
ÖYLE, çünkü ayan beyan anlaşıldı ki, söz konusu katılım azlığından dolayı gerek 2002 oylamasında aşırı sağcı Le Pen’in ikinci tura kalması; gerekse aynı nedenden ötürü 2005 referandumunda AB Anayasası’nın reddedilmesi, Fransızların kulağına küpe olmuş.
Geçmişteki gaflet bu defa tekrarlanmadı ve "cumhuriyetçi silkiniş" devreye girdi.
O halde, ilkin altıgen ülke ahalisini yaldızlı bir "bon puvan"la ödüllendirelim ve ardından da şu hemen soruyu soralım:
Peki, "sağ" aday Nicolas Sarkozy’yle "sol" temsilci Segolene Royal’in 6 Mayıs’ta "final"i oynayacak olmaları, ortaya nasıl bir "genel eğilim" tablosu çıkarttı?
* * *
YUKARIDAKİ sorunun tek bir cevabı yok! Bir dizi göreceli yanıt içeriyor.
Tamam, eğer "ortanca" aday François Bayrou’nun yüzde 18,5’luk bir rekor elde ettiği, aşırı sağcı Jean - Marie Le Pen’in yüzde 10,5’le çok gerilerde kaldığı; yahut, başta Komünist Partisi’nin tümüyle haritadan silinmesi, marjinal "sol" ve "çevreci" adayların "armut topladığı" göz önüne alınırsa, tabii ki Fransa’nın "merkez"e kaydığı söylenebilir.
Háttá Royal’in Sosyalist Parti bünyesinde daha ziyade sosyal demokrat çizgiyi temsil ettiği vurgulanarak, buna "sol"un dahi "merkezileştiği" eklenebilir.
Ancak madalyonun diğer yüzünde, önceki günkü sandık sonuçlarından beri Elysee Sarayı koltuğuna en yakın duran Sarkozy’nin kimliği beliriyor.
Çünkü aynı Sarkozy’nin hem Le Pen’den, hem de diğer "sağ egemenci" aday de Villiers’ten oy "çaldığı" bir vakıa oluşturuyor.
O halde, bu defa da geleneksel "merkez sağ"ın "aşırılaştığı" sonucuna varabiliriz.
* * *
EVET böyle bir sonuca da varabiliriz, zira Nicolas Sarkozy tarafından ortaya atılan ve buram buram popülizm kokan "asayiş önceliği" ve "Fransızlık kimliği" temaları kampanya sırasında diğer adayları da etkiledi. Üç aşağı beş yukarı, onlar da kavis çizdiler.
Başka bir deyişle, Fransa kamuoyunun nabzını tutan ve de o nabza göre şerbet veren siyasetçinin yarattığı çekim gücü, geçmişte "aşırı sağ"la özdeşleşen unsurları sıradan kıldı.
Daha da başka bir deyişle, bunları "ehlileştirdi". "Ayıp" (!) olmaktan çıkarttı.
Dolayısıyla da, yukarıdaki tüm unsurlar değerlendirildiği takdirde, 22 Nisan ertesi altıgen ülkede nasıl bir "genel eğilim"in ortaya çıktığı konusunda karar vermek zorlaşıyor.
Ancak yine de, ulaştığı oy oranından ötürü şimdi hakem konumunu edinmiş olan Bayrou’ye gerek "sağ", gerekse "sol" adaylar gülücük yağdıracağından, 6 Mayıs’taki ikinci turdan sonra Fransa’nın "merkezileşeceği" hipotezini açık bırakmak gerekiyor.
* * *
O Fransa ki, söz konusu 6 Mayıs dönemecinden sonra ister "sağ" - ki, şu an bu ihtimal çok daha ağır basıyor - ister "sol" bir cumhurbaşkanı tarafından yönetilsin ve ister "merkezileşsin", ister "aşırılaşsın"; son derece ciddibir kimlik krizi içindedir.
Hálá geçmişte yaşadığı içindir ki siyasi, beşeri ve iktisadi açılardan çağımız dünyasına ve Avrupa’sına ayak uyduramadığı gibi, akıntıya kürek çekmek azmini de sürdürmektedir.
Ve, Elysee Sarayı’na kim taşınırsa taşınsın, altıgen ülke toplumsal ve kavramsal bir silkiniş gerçekleştirmediği takdirde yukarıdaki "gerileme süreci" devamlılığını koruyacaktır.
Yarın, Türkiye açısından hangi kiracının "ehven-i şer" olacağı konusunu işleyeceğim.